SİZ HİÇ BAKANINI BEŞ SAAT SONRA YALANCI ÇIKARAN, HEM DE NASIL ÇIKARMA, DÜNYADA BÖYLE BAŞBAKAN GÖRDÜNÜZ MÜ EY MİLLET, EY CANLAR?
Şu Barocuların, hele hele Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun, eski YARSAV Başkanı CHPMilletvekili Emine Ülker Tarhan sultanın işi gücü yok, hemen karşı çıktılar, durun azıcık. Bozdağ bakanlığının keyfini sürüyor...
Şu 10 yılın 7.5 yıla indirilmesi "ikramını" yattığım yerden izliyorum televizyonda... Ya hu diyorum, bunların mahpushane kapılarını açası yok ayyuka çıkan haksızlığa artık son vermek için yani!
Yeni Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ hazret, gazeteci milletine demeç veriyor, Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği 10 yıllık tutukluluk süresini 7.5 yıla çekeceklerini anlatıyor. Kendine has konuşmayla, bi aralık ilerde beşe de iner falan diyor gırtlağın en arkasından. Zaten saydırmış bu yasadan yüz kırk kişi mi ne yararlanacakmış falan!
Şu Barocuların, hele hele Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun, eski YARSAV Başkanı CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhan sultanın işi gücü yok, hemen karşı çıktılar, durun azıcık. Bozdağ bakanlığının keyfini sürüyor... Sürüyordu ki Başbakanı Recep Tayyip Alamanya'ya Mertel Hatun'a giderken havaalanında bizim millete demeç veriyor, "On yıllık tutukluluk süresi beş yıla iniyor uzatmaya gerek yok, yüzlerce binlerce insan bunu bekliyor". Bakanlar Kurulu TBMM'deki AKP'liler kadar var, belki o sırada tuvalete gidesi tuttu Başbakan da o sırada "beş" dedi iyi mi?
Korkum şu hazır kızışma varken ister misiniz iki buçuk yıla indirsinler yasası da 2047 yılında çıksın!
ORHAN KEMAL YAZISINA EK: ÖLÜM SOLUĞU YILLAR SONRA YENİDEN YOKLUYOR ORHAN KEMAL'İ...
Marmara Ereğlisi, sevimli bir balıkçı köyü. Kafasını dinlesin diye ısrarla çağırdık Orhan'ı...
"Çok fenayım Fikret... 25.7.1967"
Enfarktüs geçiren Orhan Kemal hastanede yatıyor... (Gazete haberi) Hemen PTT'ye gidip geçmiş olsun teli çektim. Besteci ve orkestra şefi ağabeyim Nedim Otyam bizi arabasına doldurdu çoluk çocuk bir saat ötede İstanbul. Çilekeş yenge Nuriye "episini" anlattı. Yarım saat sonra hastanedeyiz.
"Hastaneden çıkabilmek için bin küsur Cerrahpaşa... 15.8.1967"
"Bende yeni bir hastalık: Tüberküloz varmış... 28.2.1968"
"Ulan ayı, kibar ol biraz... Basınköy 21.3.1968"
Mektubuna şöyle başlıyorsun: "Teessür ve teessüfle öğrendiğime göre muhterem kıçınızda..."
Ulan ayı, kibar ol biraz Kıç ne demek? Ona Uzvu nazik derler!
"Çok zayıf ve halsizim... Basınköy 26.4.1968"
"Yarın 17 uçağı ile... İstanbul 4.6.1968"
Uçaktan bir "dal" indi! Şöyle bir silkeledim "Hooop" çekti. "Yavaş ulan ayı... Canımı çıkaracaksın..."
-Amma kötüleşmiş Orhan ağa, fukara Köse Hasan'a dönmüşsün gardaş... Emine'me bi diyeceğin var mı gardaş?
-Var gardaşlık, amanı biliyon a. Passport neyim verirler m'ola? Ne deyon? Olur mu ki?
Bereketli Topraklar Üzerinde romanının kahramanı köylülerin ağzıyla konuşmaya bayılırız...
Ünlü komutanlardan Kazım Özalp Paşa öldü. Gazete İsmet Paşa'yla konuşma istedi, ısrar edince Orhan Kemal'i de götürdüm Paşa'ya... 6 Haziran 1968... "Paşam" dedim "Adana'dan Abdülkadir Kemali beyin oğlu Orhan Kemal..." Orhan'ın rahmetli babası üzerine bağıra bağıra bir muhabbet...
ORHAN'A PASAPORT İÇİN İÇİŞLERİ BAKANI DR. FARUK SÜKAN'LA SIKI BİR ÇEKİŞME!
Sonuç: Telefonu kaldırdı bazı numaralar çevirdi: Romancı Orhan Kemal'in pasaport müracaatı varmış ve verilmiyormuş şimdi ben emir veriyorum pasaport vereceksiniz... Anlamadım, evet yazın siz emri bizzat ben imzalayacağım... Derhal tamamlansın, İstanbul'a da telsizle bildirin. Telefonu kapattı, "Bütün komünistler de sana geliyor pasaport için" deyince hayretle "Faruk bey, bilmiyor musunuz bendeniz bu işler için Politbüro'dan görevliyim..."
Kahkahalarımız odayı çınlattı.
UÇAĞA ATLADIĞIM GİBİ...
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden çıktık, kahvemiz Meserret'e gidiyoruz adamda surat bir karış! "N'oluyor lan, buna pasaport denir pasaport... Babayın mı öldürdük herifte surata bak be!"
Bayılırcasına gülerek "Lanollum, şimdi bendeniz, bana pasaport vermiyorlar diye nasıl öğüneceğim?" Büyük postaneye kadar güldük!
"Bu mektubumu ünlü 9.Hariciye Koğuşu'ndan yazıyorum bir ameliyat geçirdim... 20.6.1968"
"Taburcu oldum... 2.7.1968"
"Beşinci bir ameliyat yapılacak... 14.7.1968"
"Gene hastanedeyim... Aşağı Gureba 21.8.1968"
"Orhan kalbine çok dikkat gerek"
"Dediğin doğru... Bilhassa göğüsteki meredin... 12.12.1968"
MOSKOVA'DAYIM BİR HAFTADIR. ORHAN VE NURİYE YENGE TRENLE GELECEKLER...
Ünlü yazar Ekber Babayef'in arabasıyla Nazım'ın mezarına çiçek bırakmaya... Ekber, Nazım'ın ölmeden bir hafta önce yine böyle bir gezintide sorduğunu aktarıyor; "Ekber ben ölünce buraya gömerler mi?"
Mezarlık böyle olunca, ya cennet?
Bir haftadır deliler gibi aradığım Nazım hayranlarından, onun için kitap yazmış dostum Radi Fiş'le, verilen bir öğle yemeği için lokantanın lavabosunda ellerimi yıkarken karşılaştık, sarmaş dolaş, ilk sorusu Orhan'ı gördün mü oldu... Sorma Radi Orhan çok, çok fena... Yoo dedi Radi ben iyi gördüm... Orhanlar gelmişler Çayna oteldelermiş.
Çağrılılardan özür diledim, Radi arabasıyla otele bıraktı.
"20 Ağustos 1969, Moskova saati ile 13.00... Orhanlarla kaldığım Rossia Otel'de yemekteyiz, masamız giderek kalabalıklaşıyor, Ekber Babayef ile Radi küslermiş iki kocaman adam ne ettimse nafile. Ekber, kalkıp gitti Radi geldi, sofraya biraz önceki yanık eliyle... Sofraya gelmesi için ısrar ediyorum barda otururken, gel sofraya diye ve eliyle oynadığı koca kibrit kutusu pat pat diye alev alıvermedi mi?
N'OLACAK YANDI O EL YER YER...
Ambulans... Hastane mastane derken üç bin kişilik Rossia Otel'in hastanesindeyiz, eli sarılıyor Radi'nin, yerde de rahatça dolaşan bir kanarya!.. Yerde suyu ve yemi var. Bunda ne var diyeceksiniz yerde dolaşan kanaryanın bir ayağı kibrit çöpü, gözümden gitmeyen...
Masa kadınlı erkekli Türkologlardan giderek artınca Orhan telaşlanıyor çaktırmadan "Ollum" diyor "Burası Sirkeci Adana Kebapçısı değil, amanı bilin mi azıcık katılayım..." "Lan ollum şarabın en hası içtiğin havyar da ısmarladım şimdi gelir..." Suratı asılıyor. "Beyefendi bu değirmenin suyu nereden?", "Uzatma ollum sen zıkkımlamana bak".
Orhan hiçbir zaman öğrenemedi değirmenin suyunu, Moskova'dan almak için aylardır biriktirdiğim 16 mm film kamerasının helalinden gittiğini...
ORHAN KEMAL MOSKOVA'DA HASTANEYE KALDIRILDI
"Moskova- Fikret Otyam bildiriyor
Uçakla gelmiş bir İstanbul kartpostalı. İstanbul'dan selam ve sevgiler. 22.9.1960"
Sonradan öğrendim memleket hasretine dayanamamış tüymüş hastaneden! Rossia Otel'de şaraplanırken muazzam Kremlin'e bakıp sormuştum, "Orhan ağa gardaş buralarda kalasın var mı ki ne deyyon?"
"Sahi be yahu, ne biçim memleket, taksiler çarpışmıyor!.. Kahvehaneler yok!.. Nargile yok!.. Hamallar çarpışınca çüş ulan diyen yok!
...Gülüyor... Durmadan gülüyor... Güya burada çıkan yapıtlarının paralarını alacaktı, hiç olmazsa Moskova'dakilerinin! Kırk para almadan İstanbullu olmuş karnı aç gözü tok adam!.. Türk Dil Kurumu öykü yarışması Birincilik Ödülü "Önce ekmek" İnönü'nün huzurunda.
"Senin 'Röportajlar' Bulgaristan'da basılmış... Basınköy 17.12.1960"
"Ben o kadar iyiyim ki bunca iyilikten korkuyorum desem inan.. Basınköy 17.4.1960..."
OĞLU KEMALİ YAZIYOR
"Derin derin nefes alıyordu beni odaya çağırdığında bir şey olacağını hissetmiştim... Zorlukla daktilo makinesini almamı... Bir kâğıt takmamı istedi. Çok zor konuşuyordu.
...Göğsü bir körük gibi inip inip kalkıyordu"
Romanlarının son durumlarını yazdırır tek tek ve nihayet:
"...Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum; böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalıştım. Çalıştım. Kursağımdan hakkım olmayan bir tek kuruş dahi geçmemiştir.
İşte böyle Fikret ağabey."
DÜZENLEMEYİ YAPTIM
Önce Bulgaristan Yazarlar Birliği'nin çağrılısı olarak Sofya'ya uçakla. Sonra Romanya Yazarlar Birliği'nden Bükreş'e trenle. Oradan Moskova'ya trenle, SSCB çağrılısı olarak.
İŞVERENİM BAŞYAZARIM, DOSTUM, KİMİ ZAMAN ÖĞLE RAKISI ARKADAŞIM SEVGİLİ NADİR NADİ BEY YILLARDIR BİR 'RİCA'DA BULUNUYOR!
Müslim kendini yaktı. Elazığlı genç "Yaşasın bağımsız Türkiye" diye bağırdı sonra yıkıldı yere, kendini yakmıştı! Nadir Nadi beyin "rica"sını heyecanla getirdim Erzurum ve Ankara'da gece gündüz yazmaya başlamıştım ki Orhan'dan ilk defa gerçek bir telgraf:
Son yazı dizim neredeyse bitecek, gecenin geç vakti, telefonum çaldı gazetede daktilo başındayım. Oğul Kemali, "Fikret ağabey, Sofya'da babama bişeyler olmuş galiba..."
SOFYA'DAYIM
Dr. Svetoslav İvanov, bahçe içinde bir hastanenin Başhekim Yardımcısı, çevirmen arkadaşım dediklerimi söyledi sonra doktor konuştu:
"Orhan Kemal'in büyük Türk yazarlardan birisi olduğunu biliyorduk. Eserlerinin büyüklüğünü biliyorduk, çünkü eserlerini Bulgarcadan okumuştuk. Ona hasta değil arkadaş diyorduk. Onun en yakınından, eşinden, geçirdiği hastalıkları öğrenmeye çalıştık. Moskova'da yapılan konsültasyonda neler öğütlendiğini bilmeye çalıştık. Bu bilgiler lazımdı bize. Ona Moskova'da hastalığı kesin olarak söylenmişti, bilhassa kalbi için. Arzu ederse bir ameliyat yapılabilir, ne var ki bu ameliyatın hazırlanabilmesi için beş altı hafta kalması şarttı."
Doktor Toti Gılabov karışıyor konuşmaya:
"Kalp nasıl çürümüş? Nasıl çalışmış bunca yıl tekleyerek direnmiş böylesine yıllar yılı?"
ORHAN İSTEDİĞİ GİBİ AYAKTA ÖLDÜ
Yataktan kalktı yere yığıldı, yatak komşusu zile bastı doktorlar geldi... "Fikret ağa, insan altına oturak sürülmeden cart diye ayakta ölmeli." Yıllardan 1970... Aylardan 2 Haziran saat 21.15 o örselenmiş, iyi dayanmış canım yüreği "emeğine son verdi".
Doktor Glabov "Sizin çok yakın arkadaşınız olduğunu biliyoruz. İki aylık tahnit yapıldı yalnız size gösterebiliriz".
Onu böyle görmek mi? Teşekkür ettim. Necati Cumalı'ya rica ettim bir avuç toprak da benim için atsın. Onun toprağa sokulduğuna dayanamayacağımı anladım. Götürülen arabanın ardından el salladım...
Sofya caddelerine, sokaklarına vurdum kendimi!.. Karşılaştığım insanlar neden ağladığımı nereden bilsinlerdi?
Sofya'da güneş battı, hem ne güneş!
Sofya. Ankara. Münih... Marmara Ereğlisi 1970/74
GÜZEL BİR AİLE BİRLİĞİ
Yıldız iki torun sahibi adı güzel Nazım da iki... Eczacı Kemali iki de ondan torun... Şimdi telgrafı okuyunuz, "1 Kasım 1957 erkek adamın erkek çocuğu olur. Işık bu gece 4 kilo 200 gram olarak teşrif etti ellerinden öper".
Işık şimdi 1.87 ve 86 kilo iyi bir iş insanı ama en çok babasının anısına kardeşleri ile beraber güzel işler yaptı yapıyor örneğin; Orhan Kemal Müzesi Akarsu Caddesi No: 30 Cihangir/Beyoğlu. Işık delikanlının bir merakı da babasının o güzelim öykü ve romanlarını yabancı dillere çevrilme isteklerine yanıt vermek. Şimdiye kadar aşağı yukarı 25 dile çevrildi bizim can yazarımız, üstelik tüm bunlar akıl almaz hastalıklarla boğuşarak oldu, nasıl saygı duymazsınız. Haa şimdi aklıma geldi Işık delikanlı en son babasının hiçbir yerde yayınlanmamış gazetede tefrika edilmiş UÇURUM adlı romanını bulup yayınladı. Bunun adı vefadır, saygıdır, sevgidir. Bu saygı ve sevgi meraklısı 4 kilo 200 gram olarak teşrif eden Işık Öğütçü şimdi CHP'den Beyoğlu başkan aday adayı haydi hayırlısı.
Editörün Notu: Cemil Ünlütürk'ün "Bir Hippi'nin Türkiye Anıları" adlı karikatür dizisi gelecek hafta devam edecektir.
Kaynak : Aydınlık Gazetesi