Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

Mayınlar çiçek açmaz

29.11.2014

Peki akuy” (kardeş) dedim “Nasıl anlarsınız, bilirsiniz mayının nerede olduğunu?”

Şaşırdı!

“...Sen bilmezsen? Sen ki yıllar yılı bizim oralara, mayınlı topraklarımıza... Dertlerimize derman, yaralarımıza mehlem olmaya... Fakir fukaranın yanındasın her daim, ezilmişin, horlanmışın, yıkılmışın, topraksızın, ağanın elinden elinden, zalımın dilinden dilinden, zulmundan, yepyepelek olmuşların yanına, evet o mayınlı topraklara bilakis, sen bilmezsen mayının nasıl anlaşıldığını?”

Ses etmedim.

Sonra yanıtladı:

“Mayınlar çiçek açmaz akuy... Çiçek açmaz mayınlar... Bilirsen, mayın toprağa gömülüdür, dibi su almaz, şöyle tepsi gibi sarı otlar sarar yanını; açık yeşil gibi, ekseri de bu mevsimde belli olur, bahar zamanı... Diğer taraflar koyu yeşildir tabii; anlarsın mayının nerede olduğunu böylelikle...”

TOPAL ABDO’NUN TÜRKÜSÜ...

Topal Abdo’nun türküsü hâlâ dillerdedir, gönüllerdedir, söylenince Abdo’nun havası işler, oflar çekilir, dolar gözler inceden inceye...

Yıllar yılı bu böyledir yıllar yılı!

Topal Abdo da niceleri gibi topraksız idi niceleri gibi nitsin kaçağa gitmeyip?

Derken Fransızlar vardılar yurt topraklarına, Ayıntap’ta ne işi var cavurun topraklarımızda?

Aldı Abdo “Alaman Beşli”sini omzuna, durdu Fransız cavurunun karşısına vurdu vurdu vurdu ta ki düşmanın kökü kazıla...

Kazıldı da...

‘GETİRİN KIR ATIMI DA GENE BİNEM ÜSTÜNE ALAMAN BEŞLİSİNİ DE GENE ALAM DESTİME BİR BÖLÜKTEN DE BİR TABURDAN DA NE ÇIKAR? FIRANSIZLAR VARAMIYOR ÜSTÜME...’

Atılınca düşman cavuru topraklarımızdan, Abdo düştü kaçağa gene!

Nitsin düşmeyip de?

Hiç toprağı olmadı ki Abdo’nun niceleri gibi!

Toprak dediğin ağalara mahsustur, düşmana kurşun sallamayıp kıç yalayanların, kaçakların. Fakirin toprağı oliy, olmaz hiç olmaz!

KARDAŞ, YA BU ZALİM HÜKÜMET DE GENE BİZE HAYIR EYLEMEZ! ORTAKLARIM KÖTÜDÜR YAVRUM HAKKIMIZI ALAMAK! DİVANA DİVANA ÇİTİL YAVRUM DİVANA ATLARI BIRAKTIK GENE ÇAYIR ÇİMENE!’

Ortaklık etmiş sonunda bi ağayla, hakkını vermemiş ağa, ortakçı da o da yakınır hükümete yakınır... Kurtarılmıştır vatan toprakları, o, canım uçsuz bucaksız, suluydu, kuruydu vatan toprakları kurtarılmıştır ama gene de ağaların, haramzadelerin elinde hepiciği!

Nitsin kaçağa gitmeyip?

Bİ SABAHTI

Abdo kır atında, bi gümüledi çöl yazıda mavzerler. Abdo düştü döne döne bi kan boşaldı ağzından, kanlar birikti bi iken beş oldu, gölekleşti, çöl çekip aldı, “su” dedi, Abdo’nun kanlı ağzı “su... bi yudum su akuy!”

Vardılardı yanına, vermediler!

Sonra bağladılar arabanın arkasına, sürüyüp gittiler Kilis çarşısına, susuz gitti Abdo ve kavuşturuldu toprağa!

Oysa nasıl seviyordu yurdunu, yurdunun her bi karış toprağını, diyor ki ardından yakılan türküde:

‘KEFEN ALDIM DA GENE BEN ELİMDEN BİÇMEDİM YANDIM ARABİYA’DA OTURUR GENE TÜRKİYEMDE GEZERDİM GARDAŞ ARAPÇA OKUR DA GENE TÜRKÇE YAZARDIM SAĞ OLAYDIN DA KOLLARINA İNCİ MERCAN DİZEYDİM...’

Bu türküyü mü?

Bu türküyü sanırım yetmiş yıl önce Kilis’te derlemiştim...

‘MUSTAFAM... MUSTAFAM’

Çekmişlerdi Kilis’in Ebülüla Mahallesi’nden 5 Eylül 1956 yılında telgrafı Başbakan Adnan Menderes’e:

“Kardeşim Mustafa Erikcan 6 gün evvel Leylit Karakolu mıntıkasında mayınlı sahada yaralanmış iki gün müddetle beni kurtarınız diye feryat ettiği halde vazifeliler tarafından kasten çıkarılmayıp ölüme terk edilmiştir stop Şimdi de herkesin gözü önünde köpekler tarafından parçalanmaktadır stop Mayınlı sahadaki ikramiye için çıkaran vazifelilerin şu tutumunu harp sahasında dahi görmek mümkün değildir stop Hiç olmazsa cesedin bize teslimi yolundaki yalvarmalarımız da semere vermiyor stop Memleket milattan evvel ki bu mezalimin tekerrürünü dehşet içinde seyrediyor stop Adalet bu mudur stop Demokrasi ve memleket ile nefsimizi size bu feci muameleler için mi teslim ettik stop Eğer düşman isek de ölümüzün bize teslimini intizar ediyoruz stop Kardeşi Hüseyin Erikcan”

MUSTAFA DAVAR GÜDÜYORDU

Davar mayınlı topraklara geçti! Mustafa da ardalarından ve Mustafa bastı mayına ve kaldırdı ayağını Mustafa güm dedi mayın uçtu Mustafa havalara, paramparça!

Ama “su” diyordu “su” fersiz, ölümlü... Kim gidip vere ki? Kimse...

Millet hane hane gelmiş idi mayınlı topraklar sınırına:

“Dayan akuy, dayan gardaş hokümata habar salındı dayan Mustafaaaa...” Diye ünlediler hane hane...

DERKEN

Bi pırpır uçağı geldi hükümet olarak Mustafa’nın tepesinde dolanı dolanı duran akbabalar, leş kargaları, kuzgunlar kaçıştılar, pırpır uçağı torbalarla kireç attı da burun dayanmayan, burun kıran o insan ölü kokusu köyden duyulmaz oldu!

Derken bi geceydi, Mustafa’nın kapısı önünde uludu Mustafa’nın köpeği, duydu Mustafa’nın karısı, aldı idare lambasını eline, açtı kapıyı bi baktı ki Mustafa’nın köpeğinin ağzında Mustafa’nın tek kanlı bacağı, durdu ağıda, ver yansın etti ağıdı...

Sonra gömdüler köy mezarlığına Mustafa’nın tek bacağını Mustafa’yı tüm sayarak, üzerinde ne bir yazı ne Hüvelbaki...

İÇİŞLERİ BAKANININ ACISI!

1961 yılında İçişleri Bakanı olan AP Adana Milletvekili Ahmet Topaloğlu ile bir röportaj yapan Milliyet Gazetesi yazarı Mete Akyol, röportajının bir yerinde şunları yazıyordu:

“Sanat olaylarını yakından takip eden Topaloğlu, gezici yazar Fikret Otyam’ın gezi notlarını topladığı bir kitabını okumuş. Bu kitapta, güney sınırında mayın tarlalarına düşen bir köylünün bütün köy halkının gözleri önünde damla damla öldüğü anlatılıyormuş.

(Bilseniz içim nasıl parça parça oldu mayın tarlasında çaresizlik içinde ölen Mustafa’yı okurken...) dedi ve bir süre durduktan sonra şunları söyledi :

“İçişleri Bakanı olarak yapacağım işlerin başında güney sınırındaki bu mayın tarlaların kaldırmak gelecektir. Kaçakçılıkla bu şekilde değil daha medeni usullerle mücadele edilebilir. Her yıl birçok masum vatandaşlarımız farkında olmadan bu tarlalara girmekte ve feci şekilde ölmektedir. Son vereceğiz buna...”

ORA HALKINDAN ÖZÜR DİLİYORUM...

Aylarca değil, yıllarca konum oldu Suriye sınır boyu mayınlı topraklar... Naçizane önerim, mayınları döşeyenler toplasın yani TSK, artık mayınları gösteren teknoloji en ileri düzeyde... Temizlenen bölümler bir yandan topraksız köylülere kurayla dağıtılsın ve köylü evleri yapılsın, okul en başta okul ve ile bağlayan yollar, sağlık ocakları muhakkak. Bunları, topraklar arındıkça tekrar etmeli...

‘KÜRTÇÜ KOMÜNİST’

Neden hep doğuyla ilgilenip sorunları ilgililere getiriyor muşum, bu bir nevi Kürtçülükmüş!

Hele hele mayından arınan toprakları topraksız köylülere dağıtmak da neymiş, okul, yol, sağlık ocakları kolhoz mu kuracaksın falan!

O bereketli toprakların mayından arınmasını hep yazıp durdum, yazıp durdum. Sonra mı? Sonra “araya ara girdi” yeni konular yeni konular! Şimdi, mayından ölüm duydunuz mu, n’oldu o acılar? Üstelik topraklar hâlâ mayınlı! Sınırda bi yer sanki yol geçen hanı olduydu politik yönden...

Düşlediğim düşün gerçekleşmesi için çabalar kitaplarda ve AST’ta/İstanbul’a oynanan Mayın oyunumda kaldı neyleyim?

Sınır boyu topraksız köylülerden bin kere özür diyorum...

MAYINLI TOPRAKLAR N’OLDU Bİ’ HABER VEREN ÇIKACAK MI EY MİLLET?

***

ÇAĞDAŞ ZİNDANDAKİ 43 VATAN EVLADINDAN YANIT GELDİ

6’sı tutuklu 43 İstanbul “Askeri Casusluk” Hükümlüsü adına ortak mektup:

Sayın Otyam,

13 yaşında asker ocağına      

girerken canımız pahasına ülkemizi korumaya and içerek yola çıktık. Kimi zaman fırtınalı denizlerde kimi zaman dağlarda vatan aşkıyla, şerefle görev yaptık.

Düşman kurşunuyla vurulsak

yüreğimiz inanın 3 kuruşluk CD’nin açtığı yara kadar sızlamazdı.

Diyorsunuz ki “Neden salıverilen polisler kadar sesiniz çıkmaz?”

Milletin bağrından çıkan bizlerin ne TV kanalları ne gazeteleri var.

Sadece geç de olsa tecelli

edeceğine inandığımız adalete inancımız ve vatan aşkımız var.

Halkımız bizi unutmasın,

gerekirse kan içip kızılcık şurubu demeyi biliriz.

Biz vatan ve millet sevgimizi

kendimize katık, sizin gibi değerli insanları gönül dostu bildik.

Aydınlık günleri umutla ve

özlemle bekliyoruz...

Saygılarımızla,

43 Vatan Evladı

***

BİR MEKTUP DA ŞİRİNYER ASKERİ CEZAEVİ’NDEN

Sayın Fikret Bey,

Geçtiğimiz cumartesi günü bize yazdığınız mektubu görünce çok sevindik. Yazılarınızdan bizi takip ettiğinizi anlıyorduk ama bizim cezaevinde bulunduğumuz durumumuzu merak ettiğinizi öğrenince hemen size ulaşmak istedik.

Cezaevinde yaşam şartlarımız açısından herhangi bir sıkıntımız yok. İhtiyacını hissettiğimiz tek şey adalet. Burada en uzun zaman dilimi bir gün, en kısa zaman dilimi ise bir hafta. Hep “önümüzdeki pazartesi günü yeni bir yaşam felsefesine geçmeyi” ve çıkış hazırlıkları için cezaevinde bizlere destek olanlara teşekkür mektubu yazmayı planlıyorum ama nedense elim kâğıda ve kaleme gitmiyor.

Müyesser YILDIZ Hanım Silivri Cezaevi’nde yatarken bir kedi istemişti ancak ona bir kedi verilmediğinden üzgündü. Bizler şanslıyız, havalandırmaya çıktığımızda 3 tane büyük yavru kedimiz var ve hemen geliyorlar. Ben de kedileri çok severim, evimde de bir kedim var. Onlarla avunuyoruz.

Bizler lüks villalardan tutuklanmadık, yüzlerce maaş ikramiye almadık. Hapishanelerde dimdik ayakta durabiliyor isek, bu içimizdeki vatan sevgisinden, ulusumuza gönülden bağlılığımızdan ve sizlerin bizlere olan inancınızdandır.

Bize kumpas kuran polisler, savcılar, hâkimler, siyasiler ve maalesef aynı üniformayı giydiğimiz bazı şahıslar gibi cebimizde emperyal devletlerin vizesi olan pasaportlarımız yok. Biz bununla da gurur duyuyoruz.

Bu topraklarda doğduk, bu toprakların insanları için hayatımızı feda etmeyi göze aldık, pişman değiliz, ulusumuza, devletimize ihanet etmedik.

İstanbul Casusluk Davasında sahte delil üreten polisler, yargılandıkları davada sahte delilleri ürettiklerini kabul ettiler. Gerekçeli kararlarına yazdıkları “Öküz Altında Buzağı Aramayın” hukuki kavramıyla bu delillerin sehven üretildiğini kabul eden hâkimlerden yarım saatlik bir celsede beraat kararlarını aldılar.

Yargılandığım davada suçsuzluğumu ispatlamama yardım etmesini beklediğim Genelkurmay Başkanlığı ise, gönderdiği raporlar ile Uluslararası Hukuk, Devletler Arası Antlaşmalar Hukuku, Harp Hukuku, Denizde Silahlı Çatışma Hukuku, Uluslararası Ceza Divanı Çalışmaları, Roma’nın tarihi ve turistik yerlerini anlatan gezi broşürü, Sözde Ermeni Soykırımı ve bunun gibi yüzlerce kitabı “devletin güvenliği bakımından yasaklanmış bilgi” olarak değerlendirdi.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı deniz hak ve menfaatlerimizi koruma göreviyle emrime harp gemileri ve Çok Gizli gizlilik dereceli bilgilere erişme yetkisi verdiği halde, Genelkurmay Başkanlığı beni bu hukuk bilgilerini temin etmekle suçladığı için hâlâ cezaevinde tutulmaktayım.

Birçok ülke tarafından imzalanmış ve hukuk haline gelmiş olan uluslararası belgeleri bile Genelkurmay Başkanı namına yasaklanmış bilgi ilan eden Genelkurmay Adli Müşavirliği ve İstihbarat Başkanlığı personeli hakkında suç duyurusunda bulundum. Bu kişiler hakkında soruşturma açılmadı. Ancak hakkında suç duyurusunda bulunduğum Genelkurmay Adli Müşavirliğinin emri gereği Türk Ceza Kanununun Savunma Dokunulmazlığı konulu 128. Maddesine rağmen İstanbul Casusluk Davasının görüldüğü Mahkemede yaptığım savunma nedeniyle hakkımda Askeri Mahkemede dava açıldı.

Polisin ürettiği sahte deliller ve Genelkurmay Başkanlığı’nın gönderdiği kabul edilemez raporlar ile mahkûm edilen bizler ise hâlâ Anayasa Mahkemesi’nin bu hak ihlallerini görmesini, özgürlüğümüzden yıllardır mahrum olarak tutulduğumuz hapishanelerden tahliye edilmeyi bekliyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı Haşim KILIÇ, “Eylül ayında bakacağımız öncelikli bir dava” demesine, raportörler raporlarını sunmalarına rağmen hâlâ bu hak ihlalleri Anayasa Mahkemesi üyeleri tarafından görülmemektedir.

Haksız ve hukuksuz şekilde tutuklanarak hapise atılmamız maalesef bu ülkede dürüst hâkim ve savcı yetişmediği ve adaletin olmadığı gerçeğini yüzümüze vurdu.

Bu güzel ülkede her şey var ancak, adalet ve hâkim vicdanı yok. Her şey ithal edilebiliyor ama hâkim, vicdan ve adalet ithal edilemiyor.

Bizler bu hapishanelerden çıksak bile vatanımızda hukukun üstünlüğünün tesis edileceği, ulusumuzun hak ettiği adalete ulaşacağı güne kadar mücadeleye devam edeceğim.

Size İzmir Şirinyer Askeri Cezaevi’nden kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum.

Kaynak : Aydınlık Gazetesi