“...Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli subay ve subay eşlerinin ‘Alevi’ denerek fişlendiği ortaya çıkmış! Fişlenen 65 kişi arasında bir de MİT mensubu bulunuyor...”
Hasta yatağımdan fırlayasım geldi!
AYDINLIK GAZETEMİZ ELİMDE, DALIP GİTTİM
81 YIL ÖNCESİNE!
Gelin yıllar içinde bir masal anlatır gibi yine anlatayım o asla unutmadığım günü...
Doğduğum Aksaray’da babamın eczanesi önünde Salı ve Çarşamba günleri köylü pazarı kurulur, babam bir “cingil yağ al” dedi. O zaman biz çocukların ekmeklerimize bolca sürdüğümüz tere-yağlarda hile mile yoktu... Üstü başı yırtık, makas değmemiş bıyıklarının bir kısmı sigaradan sararmış, cingilin üzerindeki bez ise bembeyaz, elli kuruş mu neydi fiyatı, bunu anımsamıyorum, tam alırken bir el yakaladı kolumu, baktım ışıklar içinde yatası Müezzin İbrahim Efendi Amca, sinirle “Nöroyon yeğen?” dedi. (1)
“Babam ‘yağ al’ dedi İbramamca”
“Yürü ben alırım...”
Kolumdan sanki sürüklüyor ve konuşuyor:
“Yeğen, bunlar Alevi... Bunlar kızılbaş... Bunların kestiği yenmez, içilmez mekruhtur!”
“Ne demek bunlar Alevi ?.. Kızılbaş... Kestikleri yenmez, mekruhtur?”
Çocuk beynime yazılayazdı, en çok da mekruh lafı! Müezzin İbram Amca’yı hep rahmet ve saygıyla andım durdum, o gün bu karşılaşma olmasaydı bu canım topluluğu böylesine tanıyıp taaa içlerine nasıl girecektim?
Yavuz Sultan Selim’in kılıcından, Kuyucu Murat’ın zulmünden bizim Hasandağ’ın tepesine kaçıp yerleşen insanlardı. Bunlar toplu olarak Aksaray’a inerler satacaklarını satarlar, alacaklarını alıp tutarlardı Hasandağ’ın tepesini ve bunlar adliyede görülmez ve bunlar karakolda görülmez, jandarmada hiç görülmezlerdi. Saygı duydukları/ inanç eri “Dede”lerdi her türlü sorunlarını çözen, bir dediği iki edilmeyen...
VE 1953 YILI GELENDE...
Hem çalışmış hem okumuştum, Atatürk’ün en yakını saygı ve rahmetle andığım Falih RıfkıAtay’ın Dünya Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı iken İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirmiştim... Falih Bey’in izin ve yardımıyla kendimi Doğu ve Doğuanadolu topraklarında buldum ve bulduklarım daha çok Alevi ya da Bektaşi köyleri idi ve zamanla “kestikleri yenmez mekruhtur” üzerinde yoğunlaştı, bu haksızlığı/ yakıştırmayı hedef alan yazar oluverdim ki, “Üçüncü Hacı Bektaş Veli Dostluk Ve Barış Ödülü” eski kafa kağıdında “Dini: İslam/ Mezhebi: Hanefi” yazan bu satırların yazarına sunulmuştu 1996 yılında, o yıldan beri de duyar oldum “yerin bura” diye...
Bu yazıyı yazarken çalan telefonu kulağıma tutuyorum, gür bir ses durmadan “Otyam baba” diyor bu gür ve candan sesin sahibi Hacıbektaş Belediye Başkanı Selmanpakoğlu Paşa... Hacıbektaş’ta, “İz bırakan aydınlar gömütlüğü’nde yerim hazırmış. Cumhuriyet Gazetesi’nde on yedi yıl birlikte olduğum İlhan Selçuk’un yanı. Beri yanda yine can dostum, Turhan Selçuk, şu güzelliğe bakın...
1962 YILI GELENDE...
Artık Cumhuriyet çalışanı idim, gazeteye ilk önerim Alevi Bektaşi canlarla ilgili bir yazı dizisi sunmak oldu, kabulü üzerine radyo ilanları başladı, Aleviler ve Bektaşiler arasında
Hü Dost şu gün başlıyor yollu duyurularla bir isteğimi yerine getiriyordum mutluluklar içinde... Isparta Baladız köyünde bir cem sırasında çektiğim fotoğraftaki kişilerin gözlerini bantlamıştım, zira 1961Anayasası’na göre Alevilik mezhep, Bektaşilik tarikattı ve yasaktı. Bir okur bu göz kapatmayı kınayan çok ağır bir mektup göndermiş bu can da Anayasal durumu anlatıp “yoksa bunların gözlerini kapatmaya kimsenin gücü yetmez” demiştim yazımda ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yazı dizimi yasakladı!
Aylar sonra iktidara yakın bir gazetede Bektaşilik üzerine bir yazı dizisi başlayınca Sıkıyönetim Komutanlığına bu ayrıcalık üzerine hiç de hafif olmayan bir mektup döşenmiştim ve izin çıktı!.. Aynı ilanı tekrar verdik ne ki içinde Alevi/ Bektaşi sözcükleri yüzünden Ankara Radyosu İlanları bu sefer almadı! Çare mi? Fikret Otyam’ın yarım kalan yazı dizisi şu gün başlıyor!
BİZ BUNLARIN
BÖYLE OLDUKLARINI BİLMİYORDUK!
Torba torba gelen mektupların özeti “biz bunların böyle olduğunu bilmiyorduk” idi, istediğim de buydu... Kestikleri yenmezmiş!.. Mekruhmuş ha?
Kestiklerini yedim, sunduklarını içtim kana kana...
Kafalardan sildirmeye çalıştım bu haksızlığı/ haksızlıkları yıllar boyu... Osmanlı lekesi kolay çıkmıyordu.
Bu maceramın ayrıntısı, yıllar önce başkandan sonra temeline harç koyduğun Hacı Bektaş Veli Kültür ve Cemevi Antalya Şubesi’nin temel atma töreninde bizlere çay getiren delikanlının yaptığına bakınız.
BU GÜZELİM KİTABIN
AZICIK AYRINTISI...
Hacı Bektaş Veli Kültür Cemevi Antalya Şubesi Ramada Otel’de 600 kişilik bir gece düzenledi, “Fikret Otyam’a Saygı”.
Gece için bir kitapçık hazırlamakla görevli gençlere malzeme veriyordum, öyle bir yere geldik ki bu bir kitap olurdu!.. “Bakın çocuklar, gecede yine bir Semah tablom açık artırmaya çıkarılacak (nitekim 22 milyara Hasan Karasoy’un üzerinde kaldı) bu kitabın masrafı asla bu paradan yapılmayacak...”
600 basılan kitap yağmalanıyordu armağan olarak! 270 sayfa tamamen renkli kitabın ilk sayfasında bir yazım yer almıştı:
“BİR TEŞEKKÜR YETERM’OLA?
Bu kitabın çok güzel ve kalıcı olması için tüm olanakları sağlayan Sayın Nagi Metin cana Aşk-ı niyaz ile”
Neden mi? Neden olacak gece için bir kitapçık hazırlanacağını duyan bu can, “masrafı düşünmeyin en iyi şekilde hazırlayın” demiş ve bu güzelim kitap böyle çıkmış ortaya. Taa yıllar önce temel atma töreninde bizlere çay taşıyan Çorumlu delikanlı artık saygın büyük bir iş adamıdır dünya ile iş yapan... Kitap mı,16 milyara çıkmış!
ALEVİ CANLARI ÜZMEK, KANLARINA MI
KARIŞMIŞ NE?
Sanki tüm sorunlar bitmiş, iş gelmiş Alevilerin ibadet yerine! Şu fani dünyada bilmediği yok olan İmam hatipli Başbakan fetvayı veriverdi:
“Alevilerin ibadet yeri camidir!”
Oysa, Alevilerin ibadet yeri asırlardır cem evleridir.
Diyanet İşleri Başkanlığı cem evlerini tanımıyor!
Alevi vatandaşların evleri işaretleniyor!
İmam hatipli Başbakan Tayyip:
“Cemevleri ibadethane değildir. Kültürel mekanlardır. İslam’ın mabedi camilerdir. Aleviler İslam’ın mensubudur.”
“ALEVİ’LER BU ÜLKENİN ZENCİLERİDİR
Yıllarca bu ülkede her türlü aşağılama, katliam ve hakarete maruz bırakılan Alevi’ler için...” (Bizim Eren Erdem)
“...Öyle ya, bu ülkede ‘iktidarın gözünden baktığımızda’ Alevi’lerin, El-Kaide’ciler kadar dahi kıymeti yok. Bu durum ve bu durumu tetikleyen sözleri sarf edenlerin bu tarihsel ayıbın farkına varması gerekir.
Kimin nerede ibadet edeceğine Diyanet İşleri değil Allah karar verir.” (Eren Erdem)
Allahın işine Diyanet karar veriyor illa benim dediğim olacak diyor, buna sığınanlar ellerinde benzin bidonları, diri diri insan yakıyor!
Madımak Oteli katliamı ve benzerleri Şeyh-ül İslam Ebussuud Efendi Hazretleri’nin buyruklarını aratmadı!
Haydi o, Şeyh-ül İslam Ebussuud yani İslamların şeyhi/ din buyrukçusu, ya bizim Başbakan bir aralık kendisini “Şeyh-ül İslam Recep Tayyip Efendi Hazretleri” sanıp fetvayı basıveriyor:
“Cem evleri ibadethane yeri değildir.”
İyi ki eklemedi:
En iyi pırasa, salatalık, limon, nar buralarda satılır din kardaşlarım!
ALEVİLERİN İBADET YERİ FALAN DER İKEN!
Yaşamımın inanın en acısını yaşıyorum Kürt açılımına sıra geldi. Taaa 1961 yılında Ankara Radyosu’nda haykırmıştım: Ey bu ülkeyi idare edenler sözüm sizlere, bu halkın üzerine kılıçla gidin ama sevgi kılıcıyla yoksa haritamızın bayrağımızın şekli değişir...
Bu dediklerim Kürt Açılımı ile neredeyse yaşama geçiyor!.. Çocuk katili... Otuz bin insanın katili sıfatlı Abdullah Öcalan artık iktidarla masa başındadır o da kendince fetvalar vermede!
Bu gelişim, Atatürk Cumhuriyeti’ne en ağır yaradır! Bu yarayı ülkeyi idare edenler reva görüyor ve konu değiştirme hünerli İmam hatipli Başbakan “Cemevleri ibadethane değildir” buyuruyor!.. Beri yanda Apo ile pazarlık sürüyor!
Ülkem için en acı sonuç:
“Apo’nun fendi Recep Tayyib’i yendi!”
NOT: Zor günlerin adamı haftaya
(1) Ne yapıyorsun yeğen?
Antalya, 28 Şubat 2013
Kaynak : Aydınlık Gazetesi