Ya hu dedim kendime... Şu devri iktidarda “bizleri” yani Atatürk devrim ve ilkelerine, yani laik Türkiye Cumhuriyeti’ne yürekten inanmış ve dahi gönülden bağlıları da biraz sevindirecek, mutlu edecek kaderimiz, halk deyimiyle “kaderin kel!” sınıfına giriyor!
Göktanrı tanıktır ki “bizleri”, “bizler” etmedik, bu ayrışma yasalarla da yaşama geçiriliyor şu devr-i iktidarda acıdır yazması!
Başlığa dönelim, bir “diriden”. Bir zamanlar Tv’nin çok usta ve değerli belgesel yapımcısı Nazmi Kal dostum, yararlı bir çalışma yapmış sen Atamla ilgili; “Atatürk’ten Duymadığımız Anılar”
“Fikret ağabey” diyor gökten gelende: “...Bu ülke Atatürk düşmanlarından çok, Atatürkçü görünenlerden çekti.”
Bu, aslında ağır bir suçlama, ama anlattıklarına bakınca insan “öyledir” diyebiliyor!
BİR KİTAP VE “ACI” ÖYKÜSÜ!
Nazmi can yazdığı “Atatürk’ten Duymadığımız Anılar” kitabının Anıtkabir satış yerinde satılması için başvurur ve bir örnek bırakır. Uzun süre ses çıkmayınca ilgililere başvurur ve yanıtı alır, artık orada kitap satılmayacakmış! Neler mi satılacakmış? Anı eşyaları... Tabak... Rozet falan!
Yakın zamana kadar orada kitap satışı da yapılıyordu şu rastlantıya bakın, Ata’ya çeşitli şekilde yani heykelinin kırıldığı, okul bahçelerindeki büstlerinin de parçalandığı, AB’nin resimlerini indirin! Unutun! Atatürkçülük çağdaşlığa engeldir gibi safsatalarının sürdüğü bir ortamda böyle bir kararın alınması, Anıt Kabir Derneği’nin de aynı düşünceyi paylaşması anlamına gelmez mi?
Bu “acı” veren kararda, Atatürkçü, devrimci saygıdeğer rahmetli Enver Ziya Karal hocanın kızının olması da ayrıca üzüntü veriyor...
ŞU ONUR VEREN GEREKÇEYE BAKINIZ
“Atatürk’le ilgili çok kitap geliyor”muş!
Ama beş kişilermiş!
Değerlendirmeye! Okumaya yetişemiyorlarmış!
Atatürk’le ilgili çok kitabın yazılması/ gelmesi, aslında kıvancın, mutluluğun ta kendisi değil mi ey millet?
Ama, beş kişilermiş n’itsinler? O zaman Ata’nın yattığı yerde “O’nunla ilgili çok gelen kitaplar hariç” olanları satsınlar!.
Bir çare bulunmaması da ayrı bir “acı”.
HEY KOCA KÜRT DOSTUM MUSA ANTER, KABRİNDE GÜLÜP DURMA!
Ellili yıllarda, Ankara Rüzgarlı Sokak sakinlerinden birisi çağrılara göre “Kör Musa”, “Kürt” “Musa”, “Musa Anter”di.
Sevimli... Çalışkan bir gazeteci, can dostum Musa keko... Duygulu şair, sert yazar... Aynı dergi YÖN’de çıkardı yazılarımız...
Musa Keko (kardeş) kocayınca topraklarına döndü kitaplar yazdı, yaşı yetmişe erişmişti ama işi bitmemişti.
Tüm Türkiye duydu ki günlerden bir gün, bizim sevgili Musa, Musa keko, o ak saçlı/ inanmış/ inancından dönmeyen bu uğurda çeşitli suçlamalar sonucu ardı ardına mahpus damlarına düşürülen ki, on bir yıl, Musa Ape’nin ak saçları kana bulaştırıldı. Musa Keko o topraklarda kurşunlanarak “nihayet” öldürüldü! Tarih düşeyim, 20 Eylül 1992!
“SULTANAHMET CEZA VE TEVKİF EVİ REVİRİ, 23 MART 1966
YÖN’deki yazını pek sevdim... Daha doğrusu sana yazdığım mektuplardan özetlediğin kendi yazılarımı.. Neden yayınladı diye de kızmadım. Tuhaf, unutmuşum onları. Hani günün birinde kitap halinde çıkmasını merakla bekleyeceğim. Yer yer kendi halim içime dokundu...
ORHAN KEMAL”
Orhan can bekleyemedi beş yüz sayfalık “Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları” kitabım çeşitli baskılar yaptı yakında yeni bir baskısı daha yapılacak...
Orhan’ın bu yazdıkları kitabımın ilk sayfasında yer alıyor... Çok ama çok güzel bir dergiydi YÖN... Rüzgarlı Sokak’taki Otto Wöber Han’da bizim Ulus Gazetesi’nin üst katlarındaydı.
“İsmet Paşa” sık sık uğrardı Ulus gazetemize, kahvesini içer, gitmek için aşağı ineceğine ne mi yapardı? O merdivenlere aldırmadan/ üşenmeden YÖN’e çıkardı!. YÖN her zaman aydınlar yatağı idi... Paşa sorar onlar da uzun uzun anlatırdı. Musa da YÖN’cüydü.
Cumhuriyet gazetesinde geçenlerde 6 sütun bir baş haber:
“YARGI REFORMU” İLK ÜRÜNÜNÜ VERDİ; MUSA ANTER’İN KİTAPLARINA DAVA AÇILDI
KİTAP YASAKLARINDA YENİ DÖNEM BAŞLADI”
Musa’nın ufak bir fotoğrafının da yer aldığı haber şöyle:
...KİTAP YASAKLARINDA İLK GÜNCELLEME
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in “kitap yasakları kalktı, yasakları güncelleyeceğiz” açıklamasının ardından 1992 yılında öldürülen Kürt şair ve yazar Musa Anter’in kitaplarına ‘yasak’ getirildi. Anter’in kitaplarının yayımlandığı Aram [X1] Yayınları hakkında ‘örgüt propagandası’ gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.
Musa Anter’in oğlu Dicle Anter ‘En son babamın bir kitabı 1962 yılında yasaklanmıştı. Daha sonra yasak kalkmıştı. Şimdi görüyoruz ki 50 yıl öncesindeki yasakçı anlayış devam ediyor’ dedi.” (Teşekkürler Selda Güneysu)
BAŞBAKANIN İNCELİĞİ...
Musa Anter’in uzun yıllar Fransa’da yaşayan oğlu Anter Anter Başbakana bir mektup yazarak babasının mezarı başında bir fatiha okumak istediğini bildirmiş Başbakan da 30 günlük izin vermiş. İki kardeş bu görevi yerine getirmişler...
Ey Musa, sen de elli yıl öncelerinin günümüze gelenlerine bakıp yattığın yerde gülüp durma!
İKİ GÜZEL CAN UĞUR MUMCU VE MUAMMER AKSOY ANILDI
Onlara yapılan anma törenleri “vefa”ya en güzel örnekler oldu. Onlar sevgiyle, saygıyla “özlemle” anıldı, yattıkları yerler “çiçekistan”a dönüştü.
ÜZEN BİR ANI
Hukukçu/ siyasetçi/ yazar parlamenter Prof. Muammer Aksoy, 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun sözcüsüydü, sektirmeden aşkla çalışırdı. Parlamentoda sevdiğim saydığımdı.
DÜŞ GÖRÜYOR SANDIM!
Yıllar geçti. O Ankaralı, bu can Gazipaşalı.
Gazipaşa’da bahçedeyim, yanımızdan akıp giden Deliçay’da tekneden birileri indi, tarladan ağır ağır geliyorlar, yaklaştılar “olamaz” dedim!. Kısa kollu beyaz bir gömlek, sarımsı hasır şapkadan ak saçları belli oluyor. Ve birden “Aksoy hocaaa” diyerek koşup karşıladım, sarıldım. Yanındaki de eski bir milletvekili tanış idi.
Ailecek çıktıkları gezide Gazipaşa’ya da uğramışlar, deniz kenarındaki gazinoda otururken Selinus kalesinin eteğinde en yakın komşuları Tanrının olduğu evi gösterip kimin olduğunu sormuş, Otyamların yanıtını alınca beni oraya götürün ricasında bulunmuş...
Filiz Otyam’ın bol köpüklü kahvelerini içerken memleketin hali üzerine sıkı bir söyleşi, Aksoy hoca çok dertliydi, dayanamayıp sordum:
“Hoca, Ecevit’i uyarmıyor musun?”
Aksoy bir an durdu, üzüntüsü bakışlarından akıyordu, yutkundu “Otyamcım” dedi, “dört kere görüşme isteğinde bulundum, hayret, daha yanıt alamadım!”.
Acep dedim, Ecevit, hocanın uyarılardan mı kaçınmıştı ve bu yanıt vermeme sır olarak kaldı.
Bu güzel bu değerli anın o ak saçları, 1990 yılının Ocak ayında evinin önünde kahpece al kanlara büründü... Saygıyla anıyorum...
“YARGIÇLAR DA UYUR” (Kuzey Kutbu atasözü)
“1960 öncesi Ankara Adliyesi’nin önündeyiz, artık biliyorsunuz günlerden Perşembe olduğunu, Cezaevi arabası geldi Ulus Gazetesi’nin sözünü esirgemez, gözü kara gepegenç Yazı İşleri Müdürü Beyhan Cenkçi kelepçesiyle indi, sonra babası başta sarılma faslı başladı.
Beyhan yerini aldı. Bu can da tam arkasında.
Neden sonra Beyhan, bir diyeceği var mıydı, anında yanıt verdi:
“Bakın, hâkim bey uyuyor, derhal zapta geçilsin.”
“Hâkim bey” bi toparlandı. “Hayır uyumuyorum” dedi bihoş... Beyhan konuşmasını sürdürdü:
“Başkanım, bir olay yüzünden Başbakan Menderes tüm gazeteler hakkında dava açmış, sonra davaları geri almış, bizim Ulus gazetesi hariç. Böyle karar veren Başbakan Menderes’in Adli Tıp’a sevkini talep ediyorum”
Bu bombanın üzerine hepimizin avukatı Konya Milletvekili “Muhittin ağabey” ayağa kalktı özürler dileyerek bunun zapta geçilmemesini rica ediyordu ki Beyhan ona dönüp seslendi:
“Seni de reddediyorum!”
Bu can da nasibini aldıydı:
“fi-ot, sen de ceketimi çekip durma”
Gazetede iki yazım oldu mu, birisine “ fi-ot” koyardım... Hey sevgili Beyhan, biliyoruz yattığın yer hep ışıklı.
YIL 2012 OCAK AYI, “HÂKİMLER DE UYUR” (Güney Kutbu atasözü)
Hayata Dönüş Operasyonu davasında avukatın taleplerini anlattığı sırada hâkim beyin uyuduğu görülmüş,
Gazete başlık atmış:
“ADALET UYKUYA DALDI”
Antalya, 25 Ocak 2012
Kaynak : Aydınlık