MAYINLI TOPRAKLAR ÜZERİNDE,
Gide Gide 15/ Çağdaş Yayınları/ 1977... Bir kitabımı ararken bu kitabım dikkatimi çekti, cildin arasına bir kağıt koymuşum, baktım daha başlarda, bir yerine çarpı işareti de kurşun kalemle, çarpı şöyle başlıyor:
“Yattığım İşçi Sigortaları Hastanesi’ne bir mektup gelmişti:
...Hastanedeymişiniz... Üzüldük... Değerli ağabeyciğim, kahraman jandarmalarımız iki kişiyi daha öldürdüler... Bunlardan biri babasız bir ailenin belkemiği... Sabahleyin kanlı ayakkabısını ve gömleğini anasına verdiler. Yağmur, evin sağ tarafını çökertmiş, evde yetim çocuklarına ekmek bulamayan bu zavallı kadın, Bölüğün önünde kanlı ayakkabı ve gömleği önüne koydu:
‘Hükümet bana gücünü gösteriyor’ diye ağıt söyledi!
Bu satırlara bana, temel direkleri kırılmış, ömürlerinde ayakkabı giymemiş cılız çocukların gözyaşları yazdırdı. Koca Otyam, hey koca Fikret Otyam, şöyle bir silkin yatağından, gel gör bu zulumleri de artık...”
SİLKİNDİM YATAĞIMDAN
Yine gittim güney ellerine, sınır topraklarına... Kaçıncı bu gidiş? Her “zulum”da!.. Her öldürmede! Sayısı yok! Zulum, öldürme bitmez de buralarda!
Bir Urfa türküsünde şöyle derler:
“Başımıza geleni
Romana yazak!”
1953 yazı, yakıyor güney ellerini.
Kilis’teyim, Ceylan Ali’nin kahvesinde. Kaçakçı kahvesinde. Kolsuz!.. Bacaksız! Parmaksız, bi hoş bakışlı, suskun insanlar.
Anası Ali’yi küçükken “Ceylanım” diye severmiş de, Ali de sonraları “Ceylan Ali” diye anılır çağrılır olmuş.
“Topal Abdo’nun türküsüdür” demişti Ceylan, sarı tele dokunurken “Topal Abdo’nun türküsü” Geçmişe ait bir türkü, yıllar öncesine...
“KARDAŞ YA BU ZALIM HÜKÜMET YİNE BİZE HAYIR EYLEMEZ YA ORTAKLARIMI SORARSAN HAKKIMIZI ALAM AH DİVANE DİVANE ÇİTİL(*) YAVRUM DİVANE ATLARI SALIVERDİK YİNE ÇAYIR ÇİMENE...”
(*) Fidan
Abdo öyle iri kıyım bir insan değil... İnadına çelimsiz, kendi halinde... Bir kardeşi var Müslim... Müslim, iki metreden fazla! Müslim, dolu dört tenekeyi şöyle ha deyince kaldırıyor! Yakışıklı. Ama Abdo’nun tam tersi, yüreksiz... Abdo çelimsiz ama yürekli. Bir şey olur, Abdo dayanamaz, alır Alaman Beşli’sini çıkar dağlara dağlara... Zulme karşıdır Abdo... Zulum edenlere karşıdır. Ünü günden güne yayılır. Halk, ezilen halk her işini, derdini Abdo’ya iletir! Abdo dinler dinler, haber gönderir, “Yirmi altın versin...”
“Toprağın yüz dönümü şunundur” gibilerine! Fakir fukara babası olmuştur, aman vermez kötülere... Bir terazidir Abdo, hak tartan, adalet tartan.
BİR GÜN BASTIRIRLAR ABDO’YU!
Zincirlere vurup sürürler yerde! Mapus damına tıkarlar. Tıkarlar ama Abdo bu, durur mu?
Şimdi de pek yok ya, mahpushanenin hamamı yokmuş. Abdo “yıkanacam” der... Sağlı sollu zaptiyeler, filintalar arasında Abdo hamama götürülür. Bir güzel yıkanır Abdo... İyi bir yıkanır... Zaptiyeler çepeçevredir, tüfeklere kurşunlar sokuludur... Ama Abdo bu, Arap atına atlamış çoktan tutmuştur dağları, ovaları, çölleri. Arkadaşları, ip sarkıtıp çekmişlerdir Abdo’yu... Bulduysan ko gayrı! Gitti gider!
Dağlar bizimdir demiyor Abdo. Hak tartıyor. Halk, artık hükümetle ilgisini tümden kesip, derdini dileğini Abdo’ya anlatıyor.
Gün geçiyor, günler devriliyor ardı ardına, devir dönüyor.
FRANSIZLAR AYAK BASIYOR TOPRAKLARIMIZA!
Kötüler saklanacak delik arıyor, padişah satıyor vatanı! Padişahtır, salt keyfini düşünür, çıkarını... İyiler halkımızın yiğit kişileri, yüreği mangal gibiler, Abdo’lar Nahsen’ler, Ali’ler Garip’ler şunlar bunlar hatta Müslim gibiler tüfeği, kazmayı, küreği kapar gelir düşmanın karşısına... Vurur... Vurur, vurulur... Abdo Alaman Beşlisiyle, çakılır düşmanın bağrına... Abdo bu, kurşun neyler?
Bu yurt bizimdir, ne işi var düşmanın? Zafer de bizimdir gayrı. Düşman çekilir, ortalık düzene girer...
Padişah-ı alempenah Halife-i ruyu zemin efendimiz de toplar tası tarağı terk eder memleketi, kaçar!
DAĞ FERMANINA GEREK KALMAZ...
Abdo iner düzlüğe. Abdo’nun ne toprağı var ne suyu. N’itsin Abdo? Tek çıkar yol, kaçak getirmek! Abdo düşer bu yollara! Nafakasını çıkarır, yatar kolu kanadı kırık... Aç kalır, düşer yollara!
BİR SABAHTIR!
Akbabalar inmiştir çöl yazıya. Kimi leş arar döne döne... Kimi uçar yanık havada... Kaçak yoluna düşmüştür Abdo...
Yakılan türküde şöyle anlatırlar:
“Kefen aldım da gene ben elimden
biçmedim, biçmedim yandım
Arabiya’da oturur gene Türkiye de gezerdim
Gardaş, Arapça okur da gene Türkçe yazardım
Sağolaydın kollarına ince mercan dizeydim
Kaç oğlum kaç, ıssız koma haneni
Düşmanların gelir de öldürürler kökünü aney...”
Bir sabahtır, Abdo Arap atının üzerinde.
Birden tüfekler patlar, Abdo düşer döne döne!
Yaralıdır. İnce bir kan akar dudağından kızgın kumlara. Sızan kanlar bir’iken beş olur, toplanıp göl olur!
Sürürler Abdo’yu Akçakale’den Urfa’ya! Tam Urfa’ya getirildiğinde sesi soluğu kesilir Abdo’nun... Sonra sadece “su” der, “suuu” o kadar. Susuz gider Abdo!
Abdo çöllere düşmüştür ama, gözü kır atındadır. Yakılan türküde anlatılır:
“Getirin kır atımı da gene binem üstüne
Alaman beşlisini de gene alam destime
Bir bölükten de taburdan da ne çıkar?
Fransızlar varamıyor üstüme..”
Abdo, böyle bir yiğitmiş gitti gider! Abdo’yu gömerler ıssız bir tepeye!
“Ya Abdo’nun mezarını kayadan oyun
Sapma taşına da aney mermerden koyun
Ya Abdo’yu kaldırın Müslim’i koyun
Vurma zalım vurma yaram derindir
Yaram sağalırsa Mevlam kerimdir..”
İSTERSENİZ
Padişah olun, şah olun! Halk sevmezse, halktan yana olmazsan türkü mürkü yakmazlar... Dillerden, dudaklardan, gönüllerden geçmezsiniz. Ama Abdo yıllar sonra dillerdedir, gönüllerdedir. Ardından türküler, ağıtlar söylenip geliyor, gözyaşları dökülüyor, bugün vurulmuşçasına!
Ne demişti Abdo?
“Kardaş, ya bu zalım hükümet gene bize hayreylemez”
Abdo yok gayrı... Atlar bırakılır çayır çimene... Ne ata gerek var, ne başka şeye...
“BADELİ NAHSEN” YA DA “NAHSEN BADELİ”
Badeli Nahsen’i görmedim, göremezdim de. Görenler, yakından bilenler var. Anlattı onu tanıyan bir dostum. Kilis’e varmış... Askermiş. Üstelik bir bayrammış dini bayram. Arkadaş izinli gelmiş Kilis’e bayramın birinci günü bir kahve köşesinde kürsüye oturmuş, düşünürmüş kara kara... Birisi koşarak gelmiş, “seni” demiş “Nahsen ister, kop gel” Arkadaşın eli ayağı titremiş... “Ben kime ne zulum ettim?Kime ne kötülüğüm var? Niye ister Nahsen beni?”
Toparlanıp varmış... Nahsen dedikleri yürekli bir kişi. Boyuyla posuyla, tutumuyla, davranışlarıyla, sevgisiyle kocaman bir kişi. Dikilmiş karşısına, ellerini kenetleyip. Nahsen sormuş bu anlatmış... “Peki git” demiş Badeli Nahsen... Arkadaş dönmüş yerine. Nahsen’e dokunmuş bir askerin bayram günü böyle boynu bükük oturması. Yanındakilere buyurmuş:
“Varın gidin evdeki yeni ceketlerden birini alıp gelin... Şu parası, terzi hemen bir çapraz yelek diksin, bir de pantol... Şunu da alın bir bayram tıraşı olsun...” Sonra dönüp sırtını duvara vermiş yine, oturmuş dalgın dalgın...
Nahsen kaçağa gidermiş... Bir gecede üç, gereğinde beş kere geçermiş karşıya... Kanunsuz işlere girermiş..Toprağı varmış karnını doyuran. Bir ağa punduna getirip almış toprağını elinden... Toprak can, toprak nafaka, toprak her şey... Kolu kanadıymış bu toprak Badeli Nahsen’in... Naçar kalınca, kaçağa düşmüş sonunda. Kaçak demek, sınırı aşmak demek. Bununsa kanunda yeri yok... Olmaz! Madem ki yasak, yapmayacaksın! İstersen acından öl arkadaş, acından öl yasak! Kanun yasak demiş bu işe! Kanun der, dedi mi der! Yapmayacaksın! Kanun bu, tellerine dokunup köçekçe çalınan alet belleme! Senin bundan sonra ne halt edeceğini başka bir kanun düşünür başka bir kanun ayarlar. Kaçak yasak! Yapmayacaksın! Kaçak yasak!
HOŞ GELDİ ÖLÜM!
Nahsen artık kanunsuz yola girdi ya, kanun tanımayan adam oldu ya... Yeter gayrı. Bir kere toprak çalan ağalara düşman... Ama kendi toprağı gitmiş! Başkalarının koruyucusu olmak var. Zaten adı çıkmış “kanun tanımayan adam” diye! Bir adamı beş kere asmazlar ya!.. Nahsen bu kafayla bir kuvvet, bir dayanak olmuş ezilenlere. Ağalara, zulum yapanlara karşı bir kuvvet, yoksullara dayanak, güven.
Ben demiş öyle de böyle de hükümetin yasak dediğine düştüm... Öyle de böyle de kötü kişiye çıktı adım, hoş geldi ölüm!
Seveni çok Nahsen’in... Ne jandarma, ne polis vur emrine karşın bir şey yapamaz. Kilis içinde! Yetmezmiş gibi tavla oynar, Komiser, zarla birlikte laf da atar. “Nahsen, gel teslim ol, severim seni, severim ama, ölümün elimden olacak! Nasıl kıyacağım sana? Gel teslim ol... Kanundan kaçılmaz bre Nahsen... Bak düşeş! Kıyamam sana neyleyim, bana vur dediler, vuracağım seni ağlayacağım ardından...”
Topraklarında sıkıştırılınca çöllere, keyfi kaçırılınca atlar atına geçer karşıya, kalır bir süre orada. Sonra dayanamaz toprak, yurt özlemine, dostlarına, sevenlerine... Tıpkı Abdo gibi.
“Oğlum Arabiya da oturur gene Türkiye’de gezerdim
Gardaş, Arapça okur da gene Türkçe yazardım...”
Bu da öyle. Duramaz vatansız... Türkiye. Türkiyem gibi var mı?
Bir gün atlar Arap atına, verir yönünü buraya...
“Suriye’den de çıktım gardaş geldim bağlara
Yönümü çevirdim de anam kara
dağlara
Kara habar da verin bütün beylere...”
Nahsen tutar yurt yolunu... Özlemi artık gırtlağına gelmiştir... Çıkar Suriye’den, varır Kilis bağlarına. Geceyi beklemek gerek. Bir bağa girer. Bağ sahibi ellerini oğuşturur, sırıtır... Buyur eder... “Şeref verdin Nahsen ağa” der... Nahsen bağı koklar... Çeker ciğerlerine yurt havasını.
“Ben şurada azıcık kestireyim” der. Ve adamın gözlerinin içine iyice bir bakar, yani der ki bu bakışlar kötülük etme, tut çeneni. Zira Nahsen’in kellesini getirene yüz kayme verilecek! Vurur kafasını Nahsen bağ kütüklerine, yastık eder kütükleri... Koyar tabancasını başının yanına...
Bir güzel uyur...
Bir uyanır ki! Atar elini kütük dibine! Mavzerlerin, tabancaların namluları tüm çevriktir bedenine! Bağ sahibi var ya o deyyus, eli ayağı titrer, sırıtır beri yanda!
“Suriye’den de çıktım gardaş tuttum Kilis yolunu
Bir bölük cardarma bağladılar kolumu
Allah kimselere vermesin böyle ölümü
Vurma zalım, vurma böyle m’olacak?
Bu dünya sizlere mi kalkacak?”
Anlatırlar ki, Nahsen “kıyman bana” der, “Kıyman bana... Teslim edin hükümete...” Elini kolunu vururlar. “Olur Nahsen” derler... “Olur!”
Bir sıra önde, bir sıra arkada ortada kara bıyıklı Nahsen... Tutarlar yolu... Öndekiler biraz açılır... Arkadakiler yavaş yavaş öne geçerler ve birden dönerler geriye...
Eli kolu zincirlidir Nahsen’in...
Boşaltırlar kurşunu, boşaltırlar! Namlular ateş kusar, kan kusturur ve kanunsuz Nahsen, kıvrılır, kalır olduğu yerde toprağı yumruklayarak, sonra yumruklayamaz!
“Suriye’den de çıktım gardaş beş gün vadeli
Beylerden bitirdim de anam, kanlı bedeli
İsmime de derler gardaş Nahsen Badeli
Vurma zalim vurma vurma Badeli Nahseni
Zincirlere de bağlanacak aslanım”
Nahsen bu... Burada tedirgin edilince geçermiş karşıya... Orada gönlünü vermiş bir Arap güzeline... Beş gün izin alır, vade alır beş gün. Dönecektir beş gün sonra... Böyle ayrılır, ama dönemez, tutturmazlar sözünü...
Bağlarlar arabanın ardına, sürüp getirirler cansız bedenini Kilis’e!
“NATO SİLAH TAŞIYOR”
“NATO Kaddafi yönetimini devirmek için Libya’ya gönderdiği silahları şimdi Suriye’ye taşıyor. Sevkiyat İskenderun Limanı’ndan yapılıyor. (*)
“‘DERİN’ MUHTIRA ORTAK OPERASYON İÇİN Mİ?
Washington Post ABD ile Türkiye’nin Suriye’ye karşı olası ortak operasyonlar için hazırlık içinde olduğunu yazdı.” (*)
Neydi o türkü?
“OLUR MU BÖYLE OLUR MU
KARDEŞ KARDEŞİ VURUR MU?
“Kadınlar bizim kadınlarımız”
“KADINLAR EL KOYDU
Kadınlar, ABD güdümlü Suriye’yle haksız savaşa ve AKP Hükümeti’nin politikalarına Hatay’dan yanıt verecek. İşçi Partisi Öncü Kadın, 22 Aralık’ta Hatay Ulus Meydanı’na çağırdı.”(*)
SENİ ÖDÜL DÜŞKÜNÜ SENİ!
Şuna da bakın:
“PAMUK, BEŞAR ESAD’A ‘KADDAFİ GİBİ ÖLÜM’ BİÇTİ”
Şu kadar Ermeni kestik şu kadar Kürt öldürdükle bilmem ne ödülü kapan ölümcüye yakışanı da buydu, utanıyorum yurttaşı olmaktan...
(*)Aydınlık
Kaynak : Aydınlık Gazetesi