Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

BAŞBAKAN ‘MODERN DİNDAR BİR GENÇLİK’, CHP’Lİ NİHAT MATKAP DA ‘ANDIMIZI DELMEK’ İSTİYOR!

24.02.2012

Başbakanı “dinliyorum gözlerim kapalı” ve açıyorum önündeki bardağı alıyor yudumluyor bir tuhaf. Gençliğe sesleniyor sesi titrek... İkinci ameliyatından sonra ilk kez yakından, çok yakından bir metreden bakıyorum ekrana... Tez elden sağlık esenlik dileyerek.

Modern dindar bir genç nasıl olur, düşünüyorum sırtüstü yattığım yerde!.. Boyu 1.87, kilosu 85. Esmer. Yüzünün sağ tarafı sakallı, sol tarafı traşlı. Başının sağ tarafı sarıklı, sol tarafı “fötürlü”. Sağ tarafı “sakavlı”, sol tarafı smokinli... Sağ tarafı şalvarlı, sol tarafı “bulucinli”.

Sağ ayağında mesti var, sol ayağında Nike... Sağ elinde kutsal kitap, sol elinde minik bilgisayar...

Başbakana göre bir ayağı burada öbür ayağı dünyanın öbür yanında... Nasıl mı? Gencimizin sağ ayağı Konya Ovası’nda askeri havaalanına yakın, sol ayağı Edirne üzerinden Bulgaristan, Avusturya, Fransa, Almanya, İngiltere, Kuzey Kutbu’ndan Kanada oradan dünyada en yakın komşumuz canımız, ciğerimiz her şeyimiz Amerika falan, gitmedik yer bırakmıyor vesselam!

CHP’Lİ BAY NİHAT MATKAP DA ‘ANDIMIZI TARTIŞALIM’ DİYOR!

CHP’nin Örgütlenme ve Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, parti içinde önemli bir kişiymiş, ayrıca kuvvetli. Araba çarpmış bişey olmamış, duyduğuma göre araba hasar görmüş!.

Taraf gazetesine konuşmuş, Andımız’ı tartışmanın ürkütücü görülmemesini söylemiş...

ANDIMIZ

“Türküm, doğruyum, çalışkanım.”

Türk değil misiniz ve doğru ve çalışkan?

“İlkem; küçüklerimi korumak, büyükleri saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.” Küçükleri korumayan, büyükleri saymayan, yurdunu milletini özünden çok sevmeyen bir “matkap” düşünün!

“Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.”

Ülküsü yükselmek, ileri gitmeyeni düşünün!

“Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.”

Neyleyelim kimileri de bu ant yerine orta şekerli kahve içiyor anlaşılan!..

“Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!”

Varlığınız Türk varlığına armağan olmasın mı?

Ne mutlu Türküm demeyene mi?

Sanki ülkede başka iş kalmadı vesselam!

DİYALİZ YATAĞI ANILARI: 1

Ulusal Kanal’ı alan uydu ricam, hemen yerine getirildi haftalardır izliyorum. Saat 12.00’de becerikli hemşire canlar sağ kolumdan iki iğneyi damarıma sokuyor, kanı bulunca sıkıca bağlıyor, iğnelere ince hortumlar ekleniyor ve bunlar neredeyse adam boyu alete takılıyor, işte o kocaman alet artık bu canın resmen alenen dört saatlik böbreğidir!

Yardımcı canlar kulağıma kulaklığı takarlar, kumandayı verirler hemen Ulusal Kanal’ı arar bulurum...

Bu yazılar özel olacak ama neyleyim, okurlarla beraber olmanın tadına da varmayayım mı, çok görülmeye!

Taa çocukluğumdan beri halk türküleri hastasıyım, onlarla büyüdüm en hasları çalıp söylerken. Sırasıyla Barak, Urfa Hoyratı, uzun havalar... Elli yılı aşkın yedi iklim dört köşeden de türküler derledim, salt Alevi-Bektaşi ezgileriyle bir hazinem var.

Yemek gelir yatağın doğrultma düğmesine basarım, yemekçi hatun boynuma ince önlüğü bağlar, sol kolla çorba içilir mi, ricaladım bardakta gelir oldu, ufak bardakta meyvalı su ya da sulu meyva, yanında sebzeli yemek, tepsim ekmeksiz! Kanal değiştirdim, anlatımsız bir yanık hava ne ki sonunu açmışım aklımda kalan büyük yazıyla 6 harf. Sağ köşede bildik bir isim Güvercin Müzik... Tamam artık bulurum dedim, eve geldim olası mikroplardan arınma faslından sonra Güvercin Müzik sahibi canlardan Ali Haydar Güvercin dostumu arayıp derdimi anlattım, “baba” dedi. “Yetmişe yakın klip çektik” hemen yapıştırdım “Büyücek altı harf ya türkünün adı ya da söyleyenin, sen o kliplerden altılı olanı bana gökten gönder” dedim, olurladı ama neden sonra harfler gözümün önüne geldi: Kutsal!

Ertesi gün kargodan çıktı 6 harf: Kutsal Evcimen, “Vay deli gönül” çalışmanın adı... Dellendiren havanın adı: Neyleyim, Söz müzik: Kemal Aslan. Ardından bir uzun hava nasıl da güzel? Nasıl da güzel elbette avazlayanların arasında manevi oğlumuz, sevdiceği kızla evlendirmek için İzmirlere gittiğimiz, tanıklık ettiğim, konuşurken tekleyen avazlarken bülbül avazlı kesilen Hüseyin Turan...

Ardı ardına dinleyip durduğum, “Pir Sultan’a Arzuhalim” Emekçi’ymiş sahibi.

ŞU ÇAĞA BAKIN!

Ortanca kızım İrep de bu can gibi aynı havaların tutkunu, Ankara’ya telefon edip olanları anlattım, “Kocana söyle muhakkak alsın” dedim ki “bir dakika baba” dedi. Biraz sonra uzun hava kulağımdaydı! Çağ işte, telefonunda internet varmış, bu can ona “Gogol” der, anında aramış, anında bulmuş, anında uzun havaya basmış!

Söyle kocana sekiz dokuz lira verip muhakkak alsın, emeğe saygı bunu gerektirir, havadan indirme asla yok, olursa tezene vurana, avazlayana haksızlığın ta kendisi olur, “elbette baba” oldu yanıtı.

Tüm türkü sevenlere de diyorum, hiç olmazsa Neyleyim ile Pir Sultan’a Arzuhalim’i bağrınıza basmak için bu yapıtı alın...

PAVLİ AMELİYAT MASASINDA

Ameliyata gireceğim, olması gerekenleri kuşandım, Pavli de öyle, iğnesi vurulmuş geliyor “Pavli” dedim, “büyük bir trafik kazası var, ameliyatın yarın”. Bihoş oldu dönüp götürüldü yatağına. Oysa Operatör Yüksel ilk ameliyatına girdi biraz sonra çıktı, hasta daha bıçak yemeden gitmiş!

Ertesi gün “iki narkozitör”, Pavli sedyede, “Bismillahırahmanirahim” dedi kısıkça, gözleri kapalı... Direniyorum gülerek, “gelmişken bide sünnet edelim” Yüksel, “hastama karışma” diyor gülerek, narkoz veriliyor biz gülerek tartışıyoruz edelim etmeyelimli falan derken Pavli, nihayet odasına götürülüyor. 32 dakika sonra, bu canın ameliyatı ise 29 dakika sürmüş Filiz söylemişti. Pavli götürülürken yarı uyanık “dışarı çıkarılırken biri ‘yine ölmedi’ dedi kimdi” demiş! “Fikret abi” yanıtı almış. Pavli hep söyler yazar “Abi öldüğüme yanmam cesedim gavur ellerinde kalacak...” Vatanında ölmesi için elimden geleni yaptım ölmedi namussuz! “Ulan Pavli” diyorum, “Yine ölmedin be” gülüşüyoruz. Bir telefon Filiz de Ankara’da ameliyata alınmış! Pavli, Yüksel’e emanet ha bu can ha O...

Bir hafta sonra Gazipaşa’da. Sabah saat altıda bermutat “Abiiii” diye seslendi, sade kahvesini istiyor... Ama bu “abii”ler çoğalınca yanına gittim denize bakan odasına... Karnının altını işaret etti, o kalın sargılar sapsarı ıslak, dikişleri patlamış!

Yüksel haykırıyor telefonda “Ben dedim, ‘Pavli ağabey bir torba koyalım rahat git’. İnatçı, zorladık kabul etmedi sekiz saat çişini tutarsa elbette patlar dikişleri!”

Pavli Gazipaşa Devlet Hastanesi’nde... Mersin’den telefon, Gazipaşa’dan telefon, eski bir ameliyatlı olarak görevdeyim, görevdeyim de Pavli’yi yine öldürmedik. Deniz gören odasında iğnelerini, pansumanları yapıyorum, Filiz de canı gibi bakıyor, sargılarını hazırlıyor. On gün sonra Pavli dipdiri, ilk rakıyı yudumlarken “Ulan Pavli, ne ettimse ölmedin” diyor, İstanbul otobüsünün yanında hem gülüyor, çaktırmadan ağlıyoruz. Pavli söz veriyor çağırınca gelmeye. Balıkçı Özer’e göndereceğim paketi almıyor; abiiii o “namkörün” tekidir!

Gelecek hafta: Balıkçı Özer Gazipaşa’da.

Kaynak : Aydınlık Gazetesi