Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

BAKANLAR KURULU’NDAN DA İSTİFA DİYE BİŞEY VARDI!

29.06.2012

BAKANLAR KURULU’NDAN DA İSTİFA DİYE BİŞEY VARDI!

“Hayırlara vesile olur” inşallah, bugünlerde hep kalp kalbe karşıyı yaşıyorum, önce sevgili Ataol, ardından Şule Perinçek canı ararken o arayıverdi...

“SİLİVRİ 5.ORDU” diye bir kitabım Kaynak Yayınları’ndan çıktıydı neredeyse üç ay önce bilmem haberiniz var mı? Kaynakçı kardeşler, onca basım işleri arasında, armağan kitabım için Aydınlık sayfalarına, Ulusal Kanal’a duyurular vermeyi unuttular n’apim olsun dedim, ama mahpus damında yıllardır yatırılan yılların dostu/ arkadaşı sevgili Doğu Perinçek’i neden unutayım, ilk kitabı imzalayıp gönderdim “hey gidi günler hey” diyerek!

Doğu candan nedense ses yok, acep dedim, SİLİVRİ 5.ORDU kitabım da mı tutuklandı? Bir sorayım dedim, Şule hanım araştıracak. Dostum Perinçek diyorum ya, bu o zamanların deyimi, şimdi “Sayın Genel Başkanım.”

Haftada bir “döktürmenin” bazı durumları vardır, sizi geride bıraktırma babında...

Yazılarıma içimden, taaa mübarek gün Cuma’dan başlarım “hayırlara vesile” olsun diye, bu çalışma Perşembe günü çilekeşim Özlem Konur Usta’nın bilgisayarındadır İstanbul’da, derinden bir oh çekerim.

BUYRUN BAKALIM, TAA CUMA’DAN BAŞLAR MIŞIM! ‘BAKANDAN KURTULMAZSAK’

Bu tek sütunluk başlık bizim Aydınlık’tan...

TBMM eski Başkanı sayın Hüsamettin Cindoruk, Dışişleri Bakanı Davutoğlu için böyle diyor.

Devam ediyor:

“Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı devre dışı kalmıştır.”

Demeçten bir cümle daha:

“Davutoğlu’nun kendi dış politikasıyla, Türkiye komşularıyla ihtilaf halinde...”

Genişcesini okudunuz. Bu Cumartesi yazımda, Dışişleri Bakanı “her daim güleç” Davutoğlu’ndan söz etmeye karar vermiştim, 25 Haziran Pazartesi sabahı gazetemizi alanda, yazı koltuğumdan düşeyazdım, iyi mi?

Kocaman sekiz sütun, bilmem bu harflerin daha kocamanı var mı ey Yazı İşleri Müdürüm? Neydi bu kocaman sekiz sütun, ne olacak şuydu:

‘DAVUTOĞLU FATURASI’

Fatura da şöyle:

AKP ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, komşularla sıfır dostluk politikası en sonunda Türkiye’yi Suriye ile savaşın eşiğine getirdi. Suriye, vurulan uçak için ‘Egemenlik hakkımızı savunduk’ açıklaması yaptı.”

Bakın şimdi söz bu canda, hep gülüyormuş yüzlü bu zat, Dışişleri Bakanı olduruldu Başbakan tarafından, o Başbakan ki “BOP” Eşbaşkanı’dır, sırası gelende Diyarbakır’ı önemli bir yer yapacaklardan, neyse Başbakan ne demek? Başbakan, Bakanına emir veren demektir aynı zamanda, vay o emri yerine getirmeyenin haline...

Arkasında kudretli Başbakanı olan Bakan Davutoğlu, bir gürlemeye başladı ki Suriye yerinden oynadı, ortalık toz duman! Başbakanıyla Amerika’ya giden Davutoğlu, ABD Başkanı karaoğlanı, sonra bayan Dışişleri Bakanını tanıdı, onları çok sevmiş ki oradan/ oralardan ayrılamaz oldu ve Suriye’ye veryansın etmeye devam, hem nasıl etme, üstelik süre vererek, adamın yüreği hopluyor tehdit salvosundan, bu Cuma savaş çıkar!. Bu Salı savaş çıkar!.. Bu Pazartesi, Türk Silahlı Kuvvetleri öğle yemeğini Şam’da yiyecek gibilerden!. Ama giden miden yok, bizim hazret gürlemeye devamdaydı, bir bildiği olan Başbakan, onun hızını kesti ve üstelik Suriye bu arada “kazaen”, “bilmeden”, “yanlışlıkla” Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir jetimizi vuruvermişti, oradan geçiyormuş, iyi mi?..

TÜRK MALİYESİNE EN AĞIR GELEN BAKANDIR DAVUTOĞLU, KISA BİR ÖRNEK MESELA...

Bu vereceğim örnek, daha çok başkalarını kapsar Allah için...

Bir bayan öğrenci, ülkesi Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikayet etti türbanlı kafaya izin verilmiyor diye!.

Türbanlı kafanın kocası, bir de baktık ki Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olduruluvermiş!

Şikayet n’oldu? N’olacak genel istem üzerine “geri iadede” bulunuldu, bu vazgeçme Türk siyasal tarihine düşürüldü “azcık” çabalarımla da!

Dışişleri Bakanlığı’nın, bakanları için Ankara’nın hoş bir yerinde konutu vardır, moda olan müslümanlık gereğince, kafaya bir metrekare bez için ülkesini gavurlara şikayete duran hatun, bu işin uzmanlarınca dayanıp döşenen konutun altını üstüne getirdi, ödenek üzerine ödenek, kimse gık etmedi iki üç gazeteciden başka! Muhalefet partileri mi, bilen olsaydı haber verecektik!

Konut, Kayseri zevki üzerine tekmil yenilenmiş!.

Unutuldu sanılıyordu ki en ustanın ustası, tabii Kayseri mantısının, o da Dışişleri Konutu’nun olduruldu!

BAKIN ŞU İŞE!

Gün geldi türbancı hatunun İmam Hatipli kocası, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduruluverdi mi?

O hatun “artıkın” (Ara notu: Marmara Ereğlisi halkı “artık” yerine “artıkın der hoş değil mi?) tarihi Çankaya Köşkü’nde oturacak değil mi? Heyhaaaaat, dayayıp döşediği “Hariciye Köşkü” yani Dışişleri Köşkü’nden çıkmam da çıkmam diye tutturunca, o güleç yüzlü yeni bakan, türbanlı eşi meşi adeta sokakta kaldı mı size? Çare tükenmez imiş, yine zengin bir Kayserili iş adamının, yüzme havuzlu, bilmem kaç kat, kaç odalı köşkü, (çözüme bakın çözüme) Cumhurbaşkanlığı bütçesinden şu yaşlı halimde aklımda yanlış kalmadıysa, ayda 80 milyona tutulmuştu!

Yani bayan türban, inadı yüzünden ülkeyi o zamanın parasına göre her ay 80 milyon lira zarara sokmaktadır, yeni anlaşma kaça vardı, ne bileyim!

BÖYLELİKLE!

Dışişleri Bakanı güleç yüzlü, mangalda kül komayan Davutoğlu da elinde olmadan o zamanın parasına göre seksen milyon liraya bulaştırıldıydı!

İSTİFA DİYE BİR MÜESSESE!

Uzatmaya gerek yok, bay güleç her işinde halkımızın yüzünü astırmıştır... Böyle bir duruma düşen/düşürülen bir kişinin yapacağı iş, Başbakana gidip istifasını vermesidir. Bildiğim kadarıyla barış için en çok dolaşan, üşürüm diye gitmediği Kuzey ve Güney kutupları kalan Davutoğlu’nun istifasıyla Dışişleri bütçesi inanıyorum çok rahatlayacaktır, umurda olmasa da Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 80 milyoncuk da...

SAYIN MALİYE BAKANI’NA ARZUHALİMDİR

Sayın Bakan böyle “doğru bir işlemi” Maliye kitabımızda yazmaz ama, ya yazar olaydı ki Bay Davutoğlu o makama getirildiğinden iş bu güne kadar ülke bütçesine ne kadara malolmuştur, maaşı/harcırahları/gezileri vesairleri falan... Böyle bir hesaplama yok biliyorum, ya olsaydı iş bu yazı nasıl başka olacaktı ey gök tanrım!

DİYALİZ GÜNCESİ

27 Haziran/Çarşamba

Sağ kolumu oynatmayacağım ve kibar bir buyruk “derin nefes alın”la canınız bir iki saniye yanar iğnenin ucu damardadır, girişine bakmam, çeşitli kuruluşlarda deneyim kazanmış, yılların bir iğne yiyeni olarak, kim usta damar bulucu, kısa zamanda seçerim...

Artık böbreğiniz sayılan, adam boyu cihazın çıkardığı hafif ses uykunuzu getirir ama elimde kanal bulucu, hemen Ulusal Kanal’cı oluveririm, haberler haberler... Televizyon bir buçuk metre uzağımda, ressamım ya, yılların fotoğrafçısıyım ya, yıllardır yüzü yüzüme, Başbakana daha bir alıcı gözle bakmaktayım nedense, yüzündeki o çok değişikliği ona yakıştıramıyorum, çaresi var bir ameliyat ve yepyeni eski yüzü...

Bunları da düşünürken yazımın başlığını kafamda değiştiriverdim eve gelince gerçekleştirdim, Davutoğlu’nu aşağı alıverdim...

SİZ BU CUMARTESİ GÜNÜ GAZETEYİ OKURKEN YAZARINIZ OTYAM, KAYSERİ’YE 80 KİLOMETRE ÖTEDE KARAÖZÜ KÖYÜNDE/BELDESİ’NDE HEYKELİNİN/İKİ KATLI FİKRET OTYAM KÜLTÜR EVİ VE FİKRET OTYAM SOKAĞI’NIN AÇILIŞINDA OLACAK, FİLİZ OTYAM’IN KATKISIYLA...

Karaöz’lü Nazım Kılıç, biraderi Faris canlar, tüm oralılar aslında ne heykel, ne Kültür Evi diktiler ne de sokağa ad verdiler, diktikleri VEFA ANITI’dır Vefa... Vefa... Yarım asırdan fazla unutulmayan vefa. Faris can da aylarca dikildi inşaatlara/ vefaya bakar oldu.

Sergilerimize genç, yaşlı kadın erkek hep güleç yüzlü canlar gelirdi ellerinde bahçelerinden saksılarından koparılmış çiçekleriyle “biz Karaözlüyüz” diyerek... Sarılırdık hep...

TAAAA 1923 YILINDA...

Kadın erkek, çoluk çocuk taş taşıdılar ve bir ilk mektep yaptılar sonra devlete seslendiler “mektebimize muallim “, “Muallim” hemen tayin oldu... Trenim sabah dörtte geçecek, biletimi aldım, istasyonda da söyleşiler her konuda sürüyor, “N’olur daha kal”lı... Gitmemin gerekçesini açıklıyorum “bakın benim bir huyum var yazım bi yerde çıkınca okumazsam dellenirim, Yön dergisinde, Cumhuriyet gazetemde yazılarım var, bağışlayın...”

Bilmem onlar bu canı acaba bağışladılar mı?

Birisi seslendi iki dakika sonra Yön ve Cumhuriyet önümdeydi!.. Ayrılırken baktım bayide tüm gazateler yeni sayı Yön dahil, dergiler!.

Yedi ay önce bir Karaözlü, adı Nazım Kılıç, İstanbul’dan geliverdi... Oraya yaptığım unutulmazmış, heykelim dikilecekmiş! Ora taş mimarisiyle adımı taşıyan 2 katlı kültür evi ve sokağa da adım verilecekmiş.

Direnmeler neya yarar? Evet bu Cumartesi iki günlüğüne oralardayız, neyle mi, gecenin bi yarısı Antalya/ Kayseri uçağıyla... Nazım Kılıç cana sordum neden Nazım diye, Nazım usta ölende o gün doğan oğluna Nazım adını koyuvermiş... İş adamı Nazım can, neredeyse gün aşırı aradı her şey için bilgiler verir oldu, bilgisayar da cabası, bunlar bilgi verme değil vefanın ta kendisiydi aslında...

Ey Karaözlüler, Karaözlü “canlar” bu can sizi taaa köy iken sevdi, şimdi Beldesiniz sevgiye devam...

Aşk - ı niyaz ile...

Kaynak : Aydınlık Gazetesi