Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

Ay Yıldızımıza yapılan saygısızlık

25.10.2014

ONURLU AY YILDIZIMIZA YAPILAN SAYGISIZLIĞA BAKAR MISINIZ, EY MİLLET

Türk bayrağı hakkında kısa bi bilgi;

“Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun 25 Ocak 1985 tarih ve 85/9034 nolu ‘Türk bayrağı tüzüğü’ kararının 4. maddesinde, bayrağın boyutları belirlenmiştir.

Kanuna göre Türk bayrağı yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layik olduğu manevi değeri zedeleyecek her hangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun masalara, kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklinde giyilemez. Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz.

Türk bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz...” (*)

Bu ilgili yasa eski Sağlık Bakanı Erzurum Milletvekili Bay Recep Akdağ, döneminde de var mıydı merak etmez misiniz? Erzurum halkı bu dönem ona oy vermedi. Beyefendi, Dünya Sağlık Teşkilatı’na başkan olmak istiyormuş falan.

ŞİMDİ ESKİ BAKANA VE TC ANTALYA KAMU HASTANELERİ BİRLİĞİ SORUMLULARINA YANITLANACAK SORULARIM VAR, EY MİLLET!

Eski mavi amblemden neden vazgeçildi?

Yeni amblem kimin tarafından yapıldı/ seçildi ve çizerine ne kadar Türk Lirası ödendi?

Yeni amblemli kaç çarşaf hangi koşulla hangi firmaya ısmarlandı, kaç Türk Lirası ödendi?

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisiyim, hocama imrenip üç beş kuruş yolumu bulurum amacıyla Babıâli’ye düştüm, 1950 yılında. Rahmetli Cihat Baban ve Zeyyat Ebuziyya’nın akşamları yayımlanan vurdulu kırdılı gazeteleri Son Saat’te yazmaya başladım, 25 lira 25 kuruş aylıkla. Ama neyi yazmak? Ne sanatı, adliye polis muhabiri olarak 2.5 yıl burnuma kan koktuydu!

Daha yakında yazmıştım bunları, yine gerekti.

Bi gün kendimi Atamızın en yakınlarından rahmetle andığım Falih Rıfkı Atay’ın ünlü Dünya gazetesinde, ışıklar içinde yatsın Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı ve yazarı olarak buldum. Kimi zaman yazılarım üstat Falih Rıfkı Atay’ın yazısının yanında yer alıyordu.

1953’te Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdiğimde Falih Bey her zamanki gibi “OTYAT BEY” diye seslendi. “Kuzum Otyat Bey hem çalıştınız hem okudunuz size bir bilet alalım vapurla Hopa’ya kadar gidin gelin, dinlenin’’. Oysa benim aklım fikrim Doğu ve Güneydoğuda’ydı. Sıcaktır falan diyordu. Gazetenin can damarı halen 93 yaşında güzel ellerinden öptüğüm basın dünyasının yüz akı Bedii Faik Akın’ın gözlerinin içine baktım ve Bedii abi, Falih beye döndü:

“Beyefendi bırakalım nereye giderse gitsin.’’

Allah’ını seven tutmasın, Sirkeci’den başlayıp otobüs otobüs dolaştım, kırk beş gün Doğu Anadolu’yu ve Güneydoğu’yu! Tüm oralarda içme suyu ne varsa onlar gibi içtim durdum, o suları.

Günün birinde Harnelbağrur köyüne uğramıştım. Mataramda suyum bitmişti bir kupa may (su) istedim. Bir telaş hissediyordum neden sonra güya su geldi! Anca bir yudum içebildim, zorla... Gerisini döktüm, gözler o dökülen sudaydı sıcakta buhar olup gitti.

İSTEMEZ OLAYDIM

Meğer o döktüğüm su yedi saat ötedeki bir köyden kadınlarımızın sırtlarında tulumlarla getiriliyormuş, utancımdan ağlayamamıştım.

“Ey akuylar (Arapça kardeşler), ey kekolar Kürtçe (kardeşler) şu aşağıda gürül gürül akan Fırat’a bakın gün gelecek buna gem vurulacak sabredin canlar sabredin.”

BİRGÜN DEMİREL’İN EVİNDEYİM

Yurtdışından GAP’a ait projeler içeren liste gelmiş. Misafir olarak eski bakanlardan İhsan Sabri Çağlayangil de vardı. Cezbe halinde anlatan Demirel’e bir aralık, “Beyfendi bu kadar şeyin parasını nereden bulacağız, nasıl yapılacak” dedi. Süleyman Bey biraz sinirli, “İhsan bey İhsan bey şu adam gibi (beni işaret ederek) üç kişi daha olsa biz tırnaklarımızla kazar yaparız’’.

YILLAR SONRA HANELBAĞRUR KÖYÜNDEYİZ

Filiz boynunda fotoğraf makineleri köyde dolaşıyor, oraya has evlerin fotoğraflarını çekmek için. Yapıların her tarafı elektrik ve telefon telleriyle TV antenleriyle dolu!

Bir eve yaklaştım, mavi plastik kapta çamaşır yıkayan kadına “aney (anne) erin nerede?”. Başıyla kapıyı işaret etti. Vurup açtım, entarili (yöresel giyimli) ev sahibi yerinden fırladı, buyur etti. Renkli televizyonu açıktı. TRT’de yayınlanan ünlü bir Avrupalı müzisyenin yaşam dizisini izliyordu!

‘PORTAKAL PORTAKAL’

Altı yedi yaşlarında Feride hastalanmış, tutturmuş portakal portakal” diye. Baba dolaşmış kaymakamgillere, müdürgillere. Portakal yok yok!

Ve Feride portakalsız ölüp gitmiş!

O yıl meğer Posof yolu devamlı açılamamış. Karayolları Konukevi’nde kaldım. Sonra onlarla beraber kar buz açılmamış Posof yoluna vurduk. Ayağımda bin yıllık çizme. Fotoğraf çekerken birisinde hafif bi ıslaklık hissettim. Bu sefer Posof’tayız. Feride’nin babasını buldum, birlikte mezarına gittik baba dua ederken cebimden çıkardığım portakalı mezara bıraktım.

AMAN ALLAHIM GÖK TANRIM, BU NE SANCISI?

Ankara’ya varışım bir cilt kitap tutar. Ver elini Dışkapı SSK Hastanesi dördüncü katındaki odamda her türlü ilgi içindeyim.

‘İSMET PAŞA GELİYOR, İSMET PAŞA’

Kendimi ak çarşaflı yatağıma attım. Evet gelen İsmet Paşamdı. Yanında Ankara temsilcimiz sevgili “Kemal Abi”. Odam doluştu... İsmet Paşa biraz tuhaf, yatağımın ak pikeli ayak ucuna oturdu. Şuna bakın, şuna meğer asansör bozukmuş yaya çıkmışlar dördüncü kata!..

DERDİM BÖBREK

“Paşam onca hastalıklar çektiniz Yemen San’a da hasta oldunuz. Çadırda yattınız bir mülazım ilaçlarınızı yaptı iğnelerinizi vurdu biliyorum” der demez kahkaha ile “Askerliği beraber mi yaptıııııık?” diye sordu. Onları yapan mülazımın eczacı babam olduğunu hiçbir zaman söylemedim. Paşa böbrek sancısını bilmiyormuş ama uçakla ABD’ye giderken doktoru Prof. Dr. Zafer Paykoç’un çektiğine tanık olmuş...

CUMHURBAŞKANI İNÖNÜ ADANA’DAN ANKARA’YA GEÇERKEN...

Aksaray’a uğradı, Aman haaa Ankara’daki “Ak Saray” değil doğduğum Aksaray. Bi kez daha yazdım yineliyorum, soranlara artık Nevşehirliyim diyorum yanlış olması diye...

Yemekler bizim evden, hele hele ünlü su böreği tepsi tepsi... Sofraya Sevim ablam hizmet ediyor. Elimde fotoğraf makinesi, ne ki ışık Paşa’nın arkasından geliyor nereden nasıl bilebilirdim; taaa bin dokuz yüz elli dört seçimlerinde O’nunla ilk fotoğrafımızın çekilmesini ölene dek, onun fotoğrafını çekeceğimi, yine onunla çekilen fotoğraflarımızın olacağını nereden bilirdim.

Babam su böreğini uzattı “Paşam bi parça daha almaz mısınız?” Paşa gülerek göbekli babama “alayım da sana döneyim eczacı” der demez babam yanıtladı. “Ne yapalım paşam sivil hayat böyle yapıyor.”

Sonra karşılıklı askerlik hikayeleri babam San’a da ilaçları getiren eczacı zabit olduğunu söyleyince paşa bi süre düşündü sonra “O zamanlar tığ gibi delikanlıydın eczacı” dedi.

EY GENEL YAYIN YÖNETMENİM SEVGİLİ MUSTAFA İLKER YÜCEL, EY SEVGİLİ YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜM MURAT ŞİMŞEK SÖZÜM SİZLERE...

Otuz dört yıldır Aydınlık Dergisi ve Gazetesi yazarı olarak

hiç saygısız sözcük kullanmadım içime attım ama şimdi

dayanamıyorum lütfen yazıma elleşmeyin...

Arabayla getirildim yataktaki pike kaldırıldı gördüğüm çarşaftan sonra beynimden vurulmuşa döndüm, ne mi vardı? Ay yıldızlarla

donanmış bir çarşaf yani onurumuz yani saygılımız yani tarihimiz yani yüz akımız Ay Yıldızlar!

Hemen “bunun üzerine bi pike serin’’ dedim ve öyle yatırıldım

yatağa. Bu çarşafın öyküsünü yukarıda yazdım. Zamanın Sağlık

Bakanı başta sorular yönelttim.

Düşünün bi kere yaşlı hasta kıçını tutamadı, çişini tutamadı,

o dışkılar çarşafta ay yıldızımızın üzerinde bu nasıl yapıldı?

Ey Bakan, Ey Bakan buna nasıl olur ve para verdin?

Hiç mi düşünmediniz, hastaların bu ay yıldızlı çarşafa

sıçacaklarını.

Hepinize yazıklar olsun. Ve öneriyorum bu çarşaflar

toplanıp simsiyaha boyansın...

(*) Google - Antalya, 18 Ekim

Cumartesi 2014

Kaynak : Kemalistler.org