Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

‘VİCDAN’ AZABI ... ‘HAY ALLAH’TAN KORKMAZ PEYGAMBER’DEN UTANMAZ’

15.02.2013

Neymiş şu “vicdan azabı”?

Can arkadaşım bilgi küpü Google sordum, anında yanıtladı, özetle şöyle imiş:

“Başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun bir ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilinti bir duygu olup kişinin kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi eylemsizlikten (parmağını bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir...

Vicdan azabı olmayan insanlara genellikle sosyopat veya psikopat denilmektedir. Mahkemelerde vicdan azabının varlığı zaman zaman hakimler tarafından ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde hafifletici neden olarak kullanılır. Bu gibi durumlarda vicdan azabının varlığının diğer kişiler tarafından saptanması zorunluluğu ortaya çıkar. Vicdan azabı duyan kişi genellikle özür dilemek yoluyla vicdan azabı duygularını kanıtlamaya çalışır.”

Ya:

“ALLAH’TAN KORKMAZ, PEYGAMBERDEN

UTANMAZ” DA NE?

Biraz düşündü, sıraladı:

“İstediğini al”

En kısasını aldım:

“İnsanlıktan nasibini almamış yaratık!

Senin ne hakkın var böyle bir harekete?”

MÜJDELER OLSUN, CD’LER GEBE BIRAKILINCA YOLDA DOĞURMUŞ!

BOP Eşbaşkanı Başbakan Recep Tayyip illa üç çocuk derken bunu beşe çıkardı, vardır bir bildiği...

Bu arada ‘Casusluk davası’ sanığı subayın el konulan belgeleri adliye yolunda çoğalınca tahliye çıkmış!

Marmaris’te görevli Deniz Yüzbaşı Özgür İkiz’in evinde el konulan rakamla 183, yazıyla yüz seksen üç CD’nin adliyede kutular açıldığında rakamla 227, yazıyla iki yüz yirmi yedi adede çıkması insanların yaşamlarıyla nasıl oynandığını ortaya koydu; iyi mi? Avukat Atilla Ertekin, tahliye istemlerinin birçok kez reddedildiğini belirterek son olarak İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin toplanan delillerin hukuka uygun olmadığına’ kanaat getirerek İkiz hakkında 8 ay sonra tahliye kararı verdiğini açıklamış, iyi mi?

İYİ DE, BU İNSANLIK DIŞI HATTA ALÇAKÇA DOĞURGANLIĞI KİM YA DA KİMLER YAPTI, KİM YAPTIRDI? N’OLACAK İZMİR SAYIN 12.AĞIR CEZA MAHKEMESİ, BUNLAR YANLARINA

KÂR MI KALACAK?

Bu yaşa geldim gidiyorum şu çıkarıp toplamayı bi türlü beceremedim vesselam ayıp değil ya!

Haydi birlikte çıkaralım mı, iki yüz yirmi yediden yüz seksen üç çıkarsa kaç kalır?

Rakam rakam bu! Tastamam rakamla 44 yazıyla kırk dört! Ya, göktanrım şaşırtmayıp punduna getirip alçaklığı tam 183’e göre yapsalardı? Etraf bu gibi p..lerle kaynıyor, askeri sivili mahpus damlarında! Lânet olsun!

BUNLAR!

Bunlar şerefsiz!

Bunlar ahlaksız!

Bunlar namussuz!

Bunlar vicdansız!.

Bunlar Allahsız!

Bunlar kitapsız!

Bunlarda din, iman hak getire!

Bunlar biyerlere/ birine aşağılık kul köle!

Bunlar sözüm ona insandan yapılma kene/bit/bağırsak kurdu!

Bunlar tüm alçaklık vampiri!

NE DEMİŞ İZMİR 12. AĞIR CEZA MAHKEMESİ?

“...Toplanan delillerin hukuka uygun olmadığına”

EVET YİNE SORUYORUM MERAK BU YA?

Bu şerefsizce/ bu ahlaksızca/ bu vicdansızca/ bu Allahsızca/ bu kitapsızca, bu dinden imandan yoksun kul köle/ bu sözüm ona insandan kene, bit, bağırsak kurdu, bu alçak vampir/ vampirler! Yüce mahkemeden, sayın okurlarımdan özür dileyerek, yazmaya başladığım bin dokuz yüz elli yılından bu yana ilk kez bir sözcük yazıyorum, bu “p......kler”in yaptıkları, yanlarına kâr mı kalacak?

ÖMRÜM DİNLENMEKLE GEÇTİ!

Çok ünlü “555 K” günü, çalıştığım CHP yayın organı ULUS Gazetesi, DP İktidarınca “bermutat” kapalı!. Ama biz çalışanları, sanki çıkıyormuş gibi saatinde işbaşındayız, bir kişi hariç sevimlinin biri Örsan Öymen!. Ulus Gazetesi’nin bulunduğu Rüzgarlı Sokak Otto Wöber iş merkezinin giriş katında baba Hıfsırrahman Raşit Öymen büyüğümüzün kapısını çalar, selamlaşıp dalarım doğru sevimli hergele Örsan’ın odasına, sarı saçlarından çeker “hadi lan yukarı” der demez “şef, valla dalmışım” beyanından sonra beş dakika gecikmeyle odamdadır. Gazete sanki çıkacakmış gibi görevlere salardım hepsini...

555 K OLAYI! BAŞBAKAN MENDERES KIZILAY’DA YUHALANMIŞ!

Dünya Gazetesi’nden Yazı İşleri Müdürüm “Antep”in çok geniş Göğüş ailesinden Ali İhsan Göğüş ve Orhan Birgit’in çıkardıkları Kim Dergisi’ne de bakıyorum Oktay Ekşi askere gidende...

DUYDUM Kİ...

Orhan Birgit Ankara’daymış, bulunduğu Milliyet Gazetesi’ne telefon ettim, “Orhan” dedim bize gidip kafaları çekelim; şişe fotoğraf çantamda... “Orhan bi tuhaf” Yenimahalle’de bi yere gidecekmiş!.

Yollara düştüm, Kızılay’dayım orası ana-baba günü... Menderes’i yuhalamışlar/ tartaklamışlar, o sırada oradan geçen Ankara’mızın en yaşlı/ en candan/ deneyimli gazetecisi “Emin Ağabey’in yaşlı “vosvos”una dar atmışlar Menderes’i!

Tüm otobüsler dizim dizim dizilmiş... Otobüs kalabalığı arasındayım, bir telaşlı adam oraya buraya emirler yağdırıyor! Çantamda kırmızı ULUS’u görünce sanki dellendi, emirler yağdırdı askerler taaa Güven Park Anıtı’nın önüne kadar ite/ kaka götürüp bıraktılar...

Çok ama çok iyi bilirim, sevgili atam Türk diyor, Çalış diyor, Güven diyor. Haydi dedim Atanın buyruğunu yerine getir dönüp geldim, durağın en önüne geçip dikilip durdum inadına, adam iyice dellendi, emirler yağdırırken arkamdan bir ses “haydi gidelim” deyince “dur Fikret ağabeyin filmini seyredelim” dedi birisi de, arkamı dönüp baktım iki tane Asteğmen! Kimsenin günahını almayayım, o tarihte bir söylenti vardı. CHP Gençlik Kolları’ndan kimi gençler subay elbiseleri giyip dolaşıyorlarmış!

ATATÜRK BULVARINDA

YAĞSIZ GÜREŞ!

Adam, yakamdan asılınca Kızılay Otobüs Durağı’ndan Atatürk Bulvarı’na terfi ettik, fotoğraf makinemi kolluyorum, içinde yeni doğan hasta kızımın ilacıyla bu canın ilacı var, nasıl kollamayayım? Kollarken kollarken birisi daldı araya, gazetecilerin sevdiği siyasi polis şefi Necati Bicioğlu “ağabey”. Rahatladım ki anında tok bir ses:

“N’oluyor burada?”

DÖNDÜM Kİ!

Etrafı kalabalık Genelkurmay Başkanı Erdelhun Paşa! Yanıt bekliyor:

“Paşam, millet buraya birikmiş gördünüz şu otobüsleri... Bu adam illa yaya gidin diye tutturdu!”

Paşa hemen çözüm buldu:

“Gazeteci haklı!”

Senin gözünü seveyim ULUS GAZETESİ’li çanta!

Millet otobüslere hücum etti, Çankaya yolcuları sırayla bindik camları açık otobüslere. Onun kim olduğunu anında öğrendim otobüste, “Çankaya Kaymakamı” imiş!. Otobüs hareket ederken açık camdan haykırdım:

“Kaymakam... Kaymakam... Bu rüzgar bigün ters esecek, seninle o zaman görüşeceğim!”

KABARALI SESLER!

Apartman, yeni TBMM’nin kocaman bahçesine bakıyor, kocaman yapımız tek başına, dördüncü kattayız...

Fotoğraf filmlerimi akşam yemeğimi bitirdikten sonra geniş mutfakta yıkıyorum... O da ne? Kabaralı ayak sesleri!.. Saate bakıyorum, sokağa çıkma yasağı çoktan başlamış hemen balkona fırlıyorum, evin etrafı askeri araç dolu!

Etrafı asker dolu bir komutan. Orhan Birgit’i çağırmamı istiyor! Böyle birisini tanımadığımı söyleyip, yardımcı olmak için buyurun içeri, didik didik arayın... Özür dileyip gidiyorlar...

FAKAT!

Yine kabaralı ayak sesleri, merdivenler yıkılacak sanki! Kapı çalınıyor bir sivil, etrafı kalabalık... Buyur ediyorum gülümseyerek... “Orhan Birgit’i” arıyor, evde böyle birisinin olmadığını ısrarla söylüyorum, o da Orhan Birgit deyip duruyor! Merdivende ayak değiştirirken ayağındaki haki çorabı görünce bu da ayrı bir “Komutan” diyorum... “Fikret bey” diyor, “Anlayın emir yüksek yüksek çok yüksekten!” Tanımadığımda ısrar edince cebinden ufak bir defter çıkarıp okumaya başlıyor, akşam eve davetimi, Orhan Orhan deyip durduğumu, konuşmam aynen! “Haaa bu Orhan, Milliyet Gazetesi’nden arkadaşım Orhan Tokatlı.”

Loğusa eşim haykırıyor “yetti” diye ve komutan sert bir sesle: “Bulacağız” diyor,”Gidin de bulun” olmuştu yanıtım.

Ertesi gün yine işbaşındayım kapalı gazetede... Müessese Müdürü saygın bir adam önemli kuruluşlarda genel müdürlüklerde bulunmuş. CHP’li olduğundan kapı dışarı!

“Aziz kardeşiiiim” diyor heyecanla... “Yahya (*) haber verdi. Seni tutuklayacaklarmış... Ankara’dan hemen ayrıl, muhasebeye git ödeme yapacaklar...”

İki çocuğumu Aksaray’da eczacı ağabeyim şair Nusret Kemal’e teslim ettim. O gece anasının sütü tak diye kesilince sulandırılmış inek sütü çare olarak öne sürüldü ne ki çocuk Aksaray’a varıncaya kadar 223 kilometre ağlamıştı!..

27 MAYIS 1960 OLANDA!

Ulus’u çıkardık, mürekkepler biraz pörsümüş, ama bigüzel çıkardık. Bir aralık Çankaya Kaymakamı düştü aklıma, evine telefon ettim, bir kadın belki de eşi, hüngür hüngür ağlayarak, “Sabah karanlığında gelip götürdüler” dedi! Öğlene kadar aradım/ arattım.

Harp Okulu’nda imiş. Hemen tekrar aradım evi.

Evet ağlayan eşiymiş, verdiğim habere çok ama çok teşekkür etti. “Hanımefendi” demiştim “Bir şeye ihtiyacınız olursa lütfen arayın, beyefendiden size sık sık haber vereceğim” Edilen dualar içimi kararttı!.. “Ben kim mişim?”

“Mülkiye’den bir arkadaşı”

TELEFONUMDAKİ

SES/ SESLER!

Cumhuriyet Gazetesi...

Bir yeri arayacağım, bir takım ses/ sesler falan!.. Öyle anlar oluyor ki yahu çıkın aradan diyorum, azıcık çıkılıyor gibi. Yine o gürültülü sesler...

“Telefonumdaki Sesler” başlıklı birinci sayfadan “Ankara Notları” yazımda bütün rezilliği sıraladım...

İKİ AY SONRA!

Ulaştırma Bakanlığı’ndan resmi bir yazı, yakınmalarım araştırılmış kimlerin yaptığı saptanmış gereken ceza verilmiş. Ulaştırma Bakanı Ferda Güley imzalı yazıda bunun bir daha tekrarlanmaması için gerekli tedbirlerin alındığı yazıda ayrıca çok özür dileniyordu!

Hey gidi dünya hey!

VE BİR ÖZÜR!

Cumartesi günleri yayımlanan yazılarıma diyalize bağlanmadığım Salı günü girişirim ve Çarşamba akşamı azıcık, Perşembe bütün gün... Yazıyı ve basılı ne varsa eşim Filiz Otyam, yıllardır ama yıllardır çilemi çeken vefalı dost Özlem Konur Usta’ya geçer.

Özür dilemem şu, önümüzdeki Salı sabahı bilgisayar önünde değil özel, Olimpos Hastanesi’nin ameliyat masasında olacağım, önemli bir kesip biçilme ve dikilme için!.

Uyutulacağım o masada yazamayacağım için siz okurlarımdan özür dilerim...

Göktanrının Salısı dilerim bitmez!

Antalya, 15 Şubat 2013

(*) Bizi seven polis memuru

Kaynak : Aydınlık Gazetesi