Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

‘BURADAN TABUTLA TAHLİYE OLMAK İSTEMİYORUM’ SURİYE’YE KIYMAYINIZ EFENDİLER..

30.03.2012

Bu bir gazete haberi, haberde her şey var, öykü de olur, fazla karıştırırsan roman da... Bir bakarsın film de... Ne olursa olsun hiçbirisi acıyı/ gecikmeyi örtemiyor...

Ne zaman okuyacağınızı nereden bileyim, canınızı sıkacağım onu biliyorum, yazacak şey mi yok diyen de neden olmasın haklı olarak. Ama bakın bu bir cezaevi gerçeğidir... Geçen hafta yazdım, cezaevlerinde yüz elliye yakın ölüm bekleyen var!.

Haber şöyle başlıyordu:

“...Buradan tabutla tahliye olmak istemiyorum” demiş hasta mahkûm Gülay Çetin.

Böyle demiş de n’olmuş? Olan şu, Gülay Antalya L Tipi Cezaevi’nde mide kanserine yakalanmış. Şubat 2011 tarihli mektubunda, Antalya Devlet Hastanesi Gastroloji doktoru kendisine “Sizin hiçbir şeyiniz yok, her şey beyninizde” demiş cezaevine göndermiş!.

Daha sonra safra kesesi alınmış!. 27 Nisan 2009’da da midesi ve sol yumurtalığı! Her hafta kemoterapiye götürülmüş ve bu ara 20 kilo vermiş.

Antalya L Tipi Cezaevi’ndeki hükümlü Gülay Çetin, dördüncü evre kanser hastasıymış ve bir yıl önce yazdığı mektubunda tahliye olmak istediğini yazmış “Sağken aileme kavuşmak istiyorum” demiş.

VE...

Adli Tıp Kurumu’ndan müjdeli haber gelmiş:

“Cezaevi’nde kalamaz, hemen tahliye edilerek cezasına ara verilmeli”

VE!

Ve bu müjdeli rapor geldiğinde Gülay Çetin iki ay önce Cezaevi’nden çoktaaaan tabutla çıkmış, ailesine kavuşamadan!

Demek ki insanın aklına gelen, başına gelirmiş! Neden mi? Şu çağda istemin incelenmesi, haklı bulunup gerekli yazının yazılması, zarfa konulup postaya verilme işleminin yapılması, taaaaa İstanbullardan taaa Antalya’ya gelebilmesi, yazıyla iki, rakamla 2 ay sürüvermiş! Ve tabutla tahliye!.

Avukatı başka bilgiler de veriyor.

YA ŞU OSMANİYE CEZAEVİ’NDE OLANLAR?

“...Osmaniye Cezaevi’nde incelemelerde bulunan Meclis İnsan Hakları Komisyon Üyeleri “dehşete” düştüklerini anlattı. Cezaevinde “korku imparatorluğu” yaratıldığı saptamasında bulunan vekillerin raporuna göre, anneleriyle birlikte zorunlu olarak cezaevinde kalan çocuklara “hükümlü olmadıkları” için yemek verilmiyor.

12 EYLÜL ZULMÜ GİBİ

Yalnızca tutuklu ve hükümlüler değil ziyaretçiler de çırılçıplak soyularak ağızlarının içine kadar aranıyor. Tutuklu ve hükümlüler ancak “esas duruşta” konuşabilirken, duvar dibine bakarak yürütüldüklerinden de yakındılar. CHP’li Özdemir, Osmaniye’nin Metris’ten kötü olduğunu söyledi.”(*)

Neyse ki sayın Bakan olaylara el koymuş!

EY SAYIN BAKAN EY SAYIN BAKAN BİR ELİNİ DE ÇORUM’A KOY!

Bunun haberi iki başlıklı çift sütun. Birincisi çift sütun dişi:

“Çorum Cezaevi’nde gardiyan terörü

ALEVİ MAHKÛMA BASKI YAPILIYOR

Çorum L Tipi Cezaevi’nde yatan Engin Erdem’in eşi Gülnur Erdem, Cezaevi’nde gardiyanların Alevi ve Kürt kökenli mahkûmlara baskı uygulandığını öne sürdü.”

Eşi, yapılan baskılara dayanamayıp açlık grevine başlamış, “burada ya birini öldüreceğim, ya da canıma kıyacağım” diyormuş...

“...Eşinin birçok defa şikâyette bulunduğunu, ancak gardiyanlar tarafından dilekçesinin yırtılıp atıldığını açıklayan Erdem, eşinin iç çamaşırına saklayarak verdiği mektupta yaşananları anlattığını söyledi.” (**)

ABD BAŞKANI OBAMA, PARMAKLA KİMİ “GELGELLEDİ?”

ABD Başkanı Obama, TC Başbakanı Erdoğan yan yana... Başbakan, hafifçe öne eğilmiş, Başkan Obama Erdoğan’ın arkasından elini uzatıyor. parmağıyla birisine “gel gel” işareti yapıyor!.. “Gelgelenen” kim dersiniz?

TC Dışişleri Bakanı, adı: Ahmet... Soyadı: Davutoğlu...

Bu parmaklama anını, videodan izleyenler birbirine karıştı! Muhalefet “Obama Davutoğlu’nu aşağıladı” der iken AKP’liler de bakın ne dediler:

“Obama ile Davutoğlu’nun arasındaki samimiyetin göstergesi”.

Aklıma anında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek geldi hani ne yapıyordu “Böyle sanatın içine...” Samimiyet görüşü de aynı torbaya girer...

Bir ülkenin devlet başkanıyla, bir ülkenin başbakanı yan yana. Birisi Türkçe bilmez birisi de İngilizce! Elleşecekler, birisi sırt tapışlayacak, karşılıklı konuşma “gırla!” Bunlar video çekimlerinin vazgeçilmezleri dünyaya karşı... Ulan dedim kendime dil bilmeyen Başbakanımı, dilimizden habersiz Obama’nın yanında kim yalnız bıraktı? Keza ey Amerikalılar ya siz?

Obama, TC Dışişleri Bakanı’na “yetiş” anlamında parmaklarıyla şey ettiyse onun da hakkı var Allahçün! Sonuç: Bir Türk vatandaşı olarak utandım...

Eski deyimle “muhatabı” ne yaptı? Bilen varsa, bilmeyene söylesin vesselam!

“TUTUKLU SUBAYLAR:

BU MAHKEME

MAHKEME DEĞİL,

YAZIKLAR OLSUN

BALYOZ ÇIĞIRINDAN ÇIKTI”

“Balyoz’da Mahkeme Başkanı Ömer Diken’in savunmaya söz hakkı vermemesine isyan eden avukatlar topluca duruşma salonunu terk etti.”

Bunlar 27 Mart 2012 tarihli Aydınlık Gazetemizin sekiz sütun ana başlığı. Devamı elbette var. Bu kadarının bile yazımda olmasını istedim.

“51 MUVAZZAF KOMUTAN HASDAL’DAN AYDINLIK’A MEKTUP GÖNDERDİ: BALYOZ DAVASI TÜRK TARİHİNE İHANETTİR.”

29 Mart 2012 tarihli Aydınlık Gazetemizden. Bu kadarının bile yazımda olsun istedim.

KUSURA KALMAN EY CANLAR !

Büyük bir “zaparta” atlattım.

Dört saat süren “diyaliz” işleminden sonra eve sapmadan önce Konyaaltı Caddemizde kalabalık, itfaiye bir apartman ötemizdeki sekiz katlı apartmana merdiveni dayamış, polisler, arabaları, bir kargaşa... Meğer yaşamdan canı burnuna gelen bir yurttaş “intihar” girişimindeymiş!. Kapı sorumlumuzun getirdiği plastik koltuğa oturmuş seyrediyorum, yarım saat sonra tatlı diller (!) adamı damdan indirdi.

Diyalizden gelip apartmanımızın önüne oturduğumdan bir buçuk saat sonra apartmana girmeye kesin karar verdim!.. Zira yeni kaldırım çalışması yapan belediyenin bir aracı, apartman asansörüne gelen elektrik hattını parçaladığı için asansör çalışmıyormuş!

Bunlar her kaldırım çalışmasında olağandır, hattı parçalayanlar, “yarım saat sonra ustayla geliriz” demişler gidiş o gidiş! Al eline cep telefonunu Büyükşehir Belediye Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ı, yani “canbakanımı” aradım, basın toplantısındaymış, derdimi anlattım anlattım ve karşımdaki bayan ilgi gösterdi ve sordu ki:

“Konyaaltı caddesi nerede?”

Neyleyim, uzun uzun tarif ettim!

ÜÇ BASAMAĞI ÇIKAMAYAN

BU SATIRLARIN YAZARI!

Kaldırımın ortasında uçları açık bırakılan (!) kablonun etrafına koruyucular yerleştirdi apartman yöneticimiz Avukat Sayın Erol Zeybekoğlu, büro telefonu da çalışmadığı için diller döküyor cepten ilgili sandıklarına!

N’olacak bu gece de Akaydın’lara gider yatarız da, şeker iğnem, yutmam gereken dokuz hap, “YEDİNCİ” kattaki dairemizde!

Ve kapı sorumlumuz elli günlük baba Mehmet, oturduğum plastik koltuğu aldı, içeri girip merdivenin başına geldik! Geldik de n’oldu? N’olacak yavaş yavaş çıkmaya başladık o merdivenlerden! Mehmet’in “amca azıcık dur” seslenmesini dinleyip “azıcık“ duruyorum merdivenlerin dikey demirine sarılıp, o fırlıyor aşağıya ve daha önceki katta oturduğum koltuğu kapıp geliyor, el feneriyle ortalığı aydınlatıyor (!) “amca yavaş otur” diyor hemen yavaşça “çöküyorum!”

Bu yavaşça çökmeler (!) sonunda nihayet evet nihayet hayret bişey, kendimi yedinci katta buluyorum, eşim yukarıdan el feneriyle ışık saçıyor koltuk değneğimin de “himayesi”nde bin şükür kapıdayım!. Anladım ki şair “Yavaş yavaş çıkacaksın sen bu merdivenlerden” dizesini bana yazmış!

Bunu kime anlatsam gözleri faltaşı gibi açılıyor “ay inanamıyorum” çekiyor!..

Sanki kendim inandım!

Bugün 29 Mart Perşembe saat 11.45. On beş dakika daha dayanırım sırtımın ve belimin şeyinden, iki büklüm olmamaya çalışarak...

OH BE, KAYNAK YAYINLARI’NCA BİR BUÇUK YILLIK ÇALIŞMA SONUNDA “SİLİVRİ 5. ORDU” KİTABIM NİHAYET ÇIKIYOR!

Bugün sözleşmeyi bekliyorum kargodan. Aydınlık Dergisi’nde Pazar günleri yayımlanan yazılarımla, Aydınlık Gazetesi’nde Cumartesi günleri yer alan yazılarımdan seçmeler tastamam 500 sayfa tutmuş! İki kitap halinde çıkmasında anlaşmıştık.

Hani, insanlık adına haber vereyim dedim!

BİR “İŞÇİ PARTİSİ” ROZETİM EKSİKMİŞ!

1961 yılında babamın partisine eyvallah çektim. Gönlüm hep içinde “işçi” sözcüğü geçen partilerdeydi ve hep içinde oldum o yıldan bu yana...

Oylarımla, on iki yıla yakın da her hafta Aydınlık Dergisi’nde ve Aydınlık Gazetesi’nde yazılarımla çok şükür.

Haberler geldi ki “artık partiye resmi olarak da katıl”. Meğerse “rozet” eksikmiş yakamda, bugün onu da taktıracağım, rahmetli babası yakın dostum, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Sayın Hasan Basri Özbey cana. Şu ahir ömründe çok mutlu edecek vesselam.

(*)Ayşe Sayın- Cumhuriyet.

(*) Ali Acar- Cumhuriyet.

Teşekkürler.

Kaynak : Aydınlık Gazetesi