Müslüm Gürses nasıl nasıl kızmış “medya”ya, ayrılık yatağında haykırıp duruyor batsın bu medya diyor, diyor diyor!.. N’apmış bu medya ona, candan ilgi göstermekten başka?
Nasıl da yazmış giderayak şarkısını böylesine uzun?
“Bir kısım medya hiç yanımızda olmadı. Eğer böyle gazetecilik yapacaksanız batsın senin gazeteciliğin” Buna bir Nihavent taksim iyi gider Müslüm, diyorum biraz düşünüp. Ve ekliyorum “Madem ki düşünüyorum öyleyse varım”. Var olduğuma göre tez elden acil şifalar diliyorum Müslüm Gürses’e, eğer böyle gazetecilik yapacaksanız batsın senin gazeteciliğin demesinin hesabını sormak boynumun borcu olsun!
“BAŞBAKAN DEVAMLA...”
“Benden duymadığınız her şey yalandır.”
TV açık ve de karşımda son zamanlarda suratının aksine, çok ama çok şık giyinen BOP Eşbaşkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan! Şaşayazdım, içimden sesleniyordum Müslüm Gürses’e buna Nihavent taksim iyi gider, diye... İyileş tez elden, batsın böyle gazeteciliğin lafının hesabını sormak boynumun borcu olsun diyorum... Meğer deminden beri konuşan bizim Tayyip’miş!
“KONUŞMAYACAĞIM”
Başbakan asla ve kat’a yapamayacak bir sözü ağzından kaçırdı “Konuşmayacağım” deyiverdi ve bu konuşmayacağım kararını açıklamak neredeyse kırk dakika falan sürdü!..
TAAAAA ÇOCUKLUĞUMUN HASTALIĞI
Bir takım ilaçlar hazırlardık kimi zaman salgına da dönüşürdü bunlar... İshal... Solcan... Sıtma... Yoksul fukara Türk köylüsünün bir belalısı daha vardı, hastalığın onlarca adı ‘Gicimik’ yani uyuz!.. Daha önce de yazdım uyuz ilacı kocaman, pırı pırıl bir leğende öğünmek gibi olmasın tarafımdan imal edilirdi! Sekiz on yaşlarında bu imalatçının (!) eczacı babası tarafından ayakları sabunlu suyla iyice yıkanır sonra 90 derecelik alkolle iyice temizlenir ve her şey tamam olunca ölçülüp biçilmiş ilaçlar leğene dökülür, bu aslana da çiğnemek düşerdi dinlene dinlene!.. Babacık gelip gider gözden geçirir, tamam deyince kalfalardan biri ayaklarımı aynı törenle temizlerdi.
İkinci Dünya Savaşı bu! Sabun yok, olan pahalı yani gicimik yani uyuz hastalığı en berbatından salgın ne ki 50/ 100/ 200 gramlık kutularda merhemi, sanki yağma!..
Bir de solucan, aç karınlarda... Santonin 6 ila 8 mg, lactos karışımı on günlük bir “kür” ve ardından müshil ilacı İngiliz Tuzu/ içimi zor Hintyağı...
YANİ SİZİN ANLAYACAĞINIZ HER DERDE DEVA VARDI AMA BAŞKA BİR HASTALIK ‘AĞIZ İSHALİ’NE İLAÇ YOK İDİ!
Çünkü bu hastalığı gerektiren ağızlar yok idi! Telgraflar bile kısacıktı...”Sıhhatinin iş’arı”, “acele para telle” gibilerine... Cumhurbaşkanları az ve öz konuşurlar idi memleket meselelerini ya da dış politikaları neyim... Sonra zaman değişti göktanrının rahmeti üzerine olsun, “matbuat” ile kavga örneğini Başbakan Menderes verir olmuştu, öyle öfkeli idi ki bir habere kızmış otuza yakın gazeteye dava açtırmıştı, sonra n’olduysa hepsinden vazgeçmiş sadece bizim Ulus Gazetesi’nden davacı olmuştu ve Yazı İşleri Müdürü Beyhan Cenkçi mahpus damındaydı bermutat!..
Bir cânım Gazipaşa sabahı, güneşdoğmada... Mayomu giydim denize gitmeden önce kendi elimle diktiğim Şeftali ağacının o güzelim meyvelerinden bir tane yemek yaşama kıvancı veriyor, en tepedeki illa beni ye diyor, neden kırayım? Yalnız ona nasıl ulaşacağım, gözüm biriket duvarı kestiriyor... Büyük bir ustalıkla şeftaliyi yakalıyorum ve biriket duvar olduğu gibi yerde, sadece başım ve sağ kolum biriket duvar dışında, kımıldanmak mı, ne mümkün? Yatak odasının telli penceresi açık, en tatlı bir tonla “Filiiiiz... Filiiiz” diyorum, korkutmadan uyandırmanın tüm yollarını deniyorum ve “ne var” üzerine, ikimiz de çiçek delisiyiz ya “bak” diyorum, “Sarımsak ne güzel çiçek açmış...” Tatlı tatlı diller döküyorum ve nihayet baktırıyorum, kocaman bir “ay”dan sonra yanımda, akıl almaz bir güçle biriket parçalarını kaldırıyor, kaldırıyor ve kanlı bedenim şeftali ağacının altında... Su hortumunu çekip basıyor suyu, basıyor suyu! Çıkmamakta direnen hainleri tek tek ayıklıyor. Elimde ne var, ne olacak şeftali, bırakmamışım, çekirdek kabuklara sarılı! Bundan sonra ne gerek? Dosdoğru Gazipaşa Devlet Hastanesi’ne, oradan Antalya Sigorta Hastanesi’ne, mumya gibi sarıp sarmaladılardı bir aydan fazla...
Neden mi bu aile öyküsü? Arşivimden bişey ararken bir gazetede yayımlanan söyleşimin başlığı: “Eşim Filiz 6 Kere Canımı Kurtardı”
Aradan yıllar geçti artık rakam vermekten ezilir oldum.
Son hastanelik olmamdan itibaren gene gösterdiği ilgiyi/ sevgiyi/ merakı gece gündüz başımdan ayrılmamasını sizlerle paylaşayım dedim, 6 kaç mı oldu?
Sayısını unuttum, teşekkürün binlercesi...
Aşk-niyaz ile...
Yargıç ne diyeceğini soranda şöyle demişti:
“Aklından zoru var efendim, Adli tıbba sevkini talep ediyorum.”
İŞ BU MİNVAL ÜZRE SONUÇ DARAĞAÇLARI OLMUŞ İDİ!
Evet en berbat hastalık ağız ishalidir vesselam! Buna en büyük örneklerini de saçları her daim modaya uygun yapılı “Apolist” hatun milletvekilleri veriyor, bir mikrofon gördüler mi yallah ona doğru!Felek tutamaz! Haydi TV’nu kapattın kurtuldun, evdeki canlara göktanrım sabır eyleye, ağzın düğmesi yok da onun için...
‘TÜRKİYE’NİN 1921’DEN BUGÜNE AYDINLIK YÜZÜ 92 YAŞINDA...’
Nasıl da geçmiş 32 yıl 92’nin içinde? Her Pazar “Aydınlık Dergisi”ne yazı yazmak ilkbahar yaz/ sonbahar/ kış evet 32 yıldır her Pazar, her Pazar... Dergi gazeteye dönüşünce sanki bir gazete büyüğü telefonla aramış yazımın bundan böyle Cumartesi’ye alındığını söylemiş bilmem kaç vuruşluk yazabileceğimi buyurmuştu, gülmekten gebereyazdım bilmem kaç vuruşlukmuş, en çok Cumartesi günleri okunurmuş buna göre her Pazar ayvayı yemişim!
ARTIK O BENİM GENEL BAŞKANIM DOĞU PERİNÇEK’TİR...
Sola yani kalbimin üzerine İşçi Partisi rozeti takılanda, can dostum/ arkadaşım Doğu can, artık o bu canın Genel Başkanıdır.
92. yaş günü armağanı olarak verilen eke bakıyorum Aydınlık yazar ve çizerleri bölümüne E harfinden sonra ne gelir F harfi... Ferhan Şensoy... Ferit İlsever... Filiz Cemsu! Yani başka F yok! Bir de”Kimler geldi kimler geçti sütunu var. Baktım oradan da gelip geçmemişim!Ölenler de var canım dostum ağabeyim Rifat Ilgaz, Aziz Nesin, Can Yücel, Cemal Süreya, Demirtaş Ceyhun, Erkan Yücel, Fethi Naci, Feyza Perinçek, Hasan Yalçın, İsmet Zeki Eyüboğlu, Kemal Sülker, Melih Cevdet, Metin Altıok, Muzaffer Buyrukçu, Necati Cumalı, Nejat Birdoğan, Onat Kutlar, Semih Balcıoğlu, Turan Dursun... Bakındım bu güzellere oralarda da yoğum mesela yani daha ölmemişim!
SAYIN GENEL BAŞKANIM DOĞU PERİNÇEK’E ARZUHALİMDİR...
AYDINLIKÇI başlıklı o güzel başyazınızın bir yerinde “...Fikret Otyam’ın keçilerinden birinin oğlağı kaybolsa, Aydınlıkçılardan sorulur...” diyorsunuz. Haddim değil ama sayın Genel Başkanım, Fikret Otyam’ın oğlağı yerine 33 yıldır Aydınlık yazarı Fikret Otyam’ın ta kendisi kaybedilince bu kayıp kimlerden sorulur? En derin sevgi ve saygılarımla özlemle...
Kaynak : Aydınlık Gazetesi