Birçok tanınmış gazeteci ve yazara, öğrencilik yıllarında sağlam temeller atan, toplumla doğrudan ilişkiler kurmasını sağlayan, empati yapmasında ısrarcı olan, çıkardığı kitaplarını bugün keyifle okuduğunuz “Ustaların Ustası” Fikret Otyam, bu haftaki söyleşimin şeref konuğu benim için…
Fikret Usta’yla röportaj öncesi yaşadığım heyecanımı ve mahcubiyetimi sizlere anlatacak kelimeleri inanın bulamıyorum. Usta bir röportajcı ile söyleşi yapmanın kendi adıma ne kadar zor ve titiz bir çalışma gerektirdiğini söylememe gerek yok.
Sürekli onu izledim oturduğu o koltuktan...
Onu tanıyanların kendisi için söylediği her sözü mahcubiyetle karşılayan, yüzü kızaran, hata bulduğunda ise düzeltmekten çekinmeyen, sözünü esirgemeyen bir sanat ustasıydı karşımda duran...
Yılların yorgunluğu, yüzünün çizgilerinde gizli… Ama gözleri hala 16 yaşında bir delikanlının çevikliği ve kurnazlığıyla bakıyor. Yüreği hala 18 yaş heyecanıyla çarpıyor. Yüzüne yerleşen yıllar, yüreğini ele geçiremediği için ilk günlerdeki hevesle sanata devam ediyor.
Zor bir yaşam… Bir yanda duygu yükünden uzak, kariyerinin getirdiği yükümlülüğü taşıdığını kanıtlamak, bir yandan sevdiğinin güvenilir kucağına sığınıp, herkesten uzak bir yerlerde doğayla iç içe yaşamak... Yılların yorgunluğunu ve yaşadığı bu zorlu dönemin getirdiği bütün sıkıntıları yüzünde ustaca saklayan, maharetli elleriyle hiç durmadan çalışan bu kocaman yürekli insanın, fikirlerinden uzaklaştıkça çok yoksullaşacağız, diye düşündüm elimde olmadan…
Bugün 84 yaşında olan Fikret Otyam, emekli olunca yerleştiği Antalya Gazipaşa’da, devrimciler örgütlü diye herkesin işkenceden geçirildiğini anlatıyor anılarla olan yolculuğumuzda. Yazı yetmediği zaman fotoğraf, fotoğraf yetmediği zaman resim olan hayatında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan kadınları konu alan çalışmaları ilgiyle takip edilen sanatçı, özellikle de ezilmiş insanlar, yüzünde ifadesi olan insanlar, kadın portreleri, yılların yorgunluğunu ve acısını yüzünde okuduğu insanların portreleriyle tanınıyor.
"Gazeteci olarak tüm Türkiye'yi gezip görmüştüm. Ama Antalya benim Türkiye'de gördüğüm son il olmuştu. İşte o anda Tanrı'dan, 'Eğer ben sevgili kulunsam Beydağları'nda yaşamayı nasip et bana' diye diledim. İşte dileklerim gerçekleşti" derken yaşadığı mutluluk yüzünden okunuyor.
Otyam çifti, Geyikbayırı’nda, Keklikbeleni mevkiindeki çok sevdikleri Beydağları'yla iç içe olan yeni evlerinde mutlu. İç mimar Filiz Otyam, inşaat halinde aldıkları evi sekiz ayda yaşanır bir hale getirmiş. Resimlerini yapıp fotoğraflarını çektikleri Beydağları'nın tam içinde yeni yaşamlarına başlayan sanatçılar, Geyikbayırı’nı anlatırken, "Burada hava bedava, su bedava. Nem Antalya'daki gibi rahatsız etmiyor. Beydağları'yla koyun koyuna yaşayacağız geri kalan ömrümüzde" diyerek mutluluklarını dile getirdi.
Resim çalışmalarını Cumhuriyet gazetesinden emekli olduktan sonra yoğun biçimde sürdüren Otyam’ın, resimlerinin konusu 1950'li yıllardan itibaren Anadolu'nun doğası, halkı ve yaşantısını yansıtmaktadır. Akademik bir eğitim görmüş olmasına karşın, akademicilikten uzak, geleneksel çizgileri temel alan bir tarz resimlerine yansımaktadır. İlk resim sergisini 1952’de açan sanatçı günümüze kadar yurt içi ve yurt dışında otuzun üzerinde sergi açmıştır ve resimleri birçok yurt dışı müzelerinde ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
Eşi Filiz Otyam ile 1977 yılında evlenmiş. Birlikte 1979'da Antalya'nın Gazipaşa ilçesine yerleşmişler. Amerika'da iç mimarlık eğitimi alan Filiz Otyam sanatını dokumalar yaparak sürdürmektedir. Otyam'ların ortak sergileri yurtdışında Kuveyt, Kopenhag, Münih, Köln, Esslingen, Leverkusen, Bercsichgladbach gibi birçok şehirde açıldı.
Hayata karşı duruşu ve doğa sevgisiyle tanınan Otyam, geçtiğimiz haftalarda “Ben yaştaki sedir, çam ve nice ağaçların acımasızca kıyıma uğratıldığını acıyla izlerken ve bu kıyımı kıyasıya eleştirirken, aynı amaçlı bir ödülün de Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu'na da verilmesi, doğa sevgime ve bu konulardaki yazılarıma ters düşeceği; aldığım takdirde yaşanan orman katliamına ortak sayılacağımdan dolayı ödülü almayacağım” diyerek bilinen ‘Fikret Otyam’ cevabını verdi.
Kendine has üslubuyla doktorlarından bile “canabakan” diye bahseden Fikret Otyam’ın, tedavi gördüğü hastanede, kendisini tanıyıp sırasını veren hastalardan bahsederken gözleri doluyor, sesi titriyor. Benden önce gelen bir hasta beni görünce sırasını verdi ve eşine ‘O Fikret Otyam’ diyerek bize döndü ve ‘buyurun siz geçin’ dedi. Biz kabul etmedik ama bu duyguyu yaşamak tarif edilemez” diyen Usta’nın, mavi gözlerindeki kendine has ışığı görmek için, gözlerine bir kez bakmanız yeterli…
1950'de başladığı gazeteciliği 30. yılında bırakan Fikret Otyam, eski denizlerine, fırçasına ve tuvaline yelken açmak üzere gider Antalya'nın Gazipaşa'sına yerleşir. Nedeni mi?
"Yapamadığı resmi yapabilmek için, yazamadığı kitabı yazabilmek için, içemediği rakıları içebilmek için, giremediği denize girebilmek için, soluyamadığı temiz havaları soluyabilmek için."
Sanatçı kişiliğiyle bizlere örnek olan, topluma ışık yayan, karamsarlığı unutturan, resmi, fotoğrafı sevdiren Anadolu'yla, dostlukla, aşkla, emekle örülü bir hayatın emekçisi değerli sanatçının, saygıyla ellerinden öperim.
- Fotoğraf sanatındaki ilerleyen teknoloji çekilen resimleri de etkiliyor mu?
Kendi fotoğraflarımızı çekerdik, yıkardık. Şimdi dijital makineler var artık… Fotoğrafla ilgisi yok. Kapağı açacaksın, filmi koyacaksın, saracaksın. Açacaksın, çekeceksin, bekleyeceksin. Şimdi çekiyorsun, görüyorsun, bilgisayarda her türlü değişimi yapıyorsun. İşin içine sahtekarlık girmediği sürece işimiz daha kolay.. Dijital makineyle istediğiniz kadar fotoğraf çekebiliyorsunuz. Beğenmediklerinizi siliyorsunuz. Film bitti, baskı gerekli derdi yok. Tek önemli olan sergilerde kullanılan fotoğrafların ham haliyle sergilenmesi. Üzerinde oynanmış fotoğraf sergilenemez.
- Resim sanatına olan ilgi nasıl Türkiye'de?
Geçen gün resim malzemesi satın aldığım dükkanın vitrininde şöyle bir yazı gördüm. 'Hızlandırılmış resim kursları...' Hızlandırılmış tren kazası 30 kişiyi öldürdü, hızlandırılmış kurslar da resim sanatını öldürüyor. Resim yapmanın hızlandırılmış kursla öğrenilerek yapılabilecek bir sanat olduğuna inanmıyorum.
- Neden keçi ve kadınları resmediyorsunuz?
Güneydoğu`daki kadınların gözleri doğadan, doğuştan sürmeli. Doğulu kadının gözleri zaten sürmeli. Bir de sürme çekerler, olur fincan gibi. Biraz da ben abartıyorum. Bu gözler benim imzam gibi oldu. Harranlı, Doğulu kadın... İmzam olmasa da ‘Bu Otyam’ derler. 45 yıldır bu simge oldu. Keçiye gelince... Biz çocukken kuzu beslerdik. Gazipaşa`ya geldiğimizde keçi besledik. Şimdi Geyikbayırı`ndaki evimizin bahçesinde de keçimiz var hatta beyaz keçim bize torun verdi. Aslında satmadığım resimlerimde var. Antalya’yla ilgili birçok resmim var ama benim resimlerim çok büyük olduğu için sergilenmesi zor oluyor. Aksu’daki balıkçıları resmetmiştim geçtiğimiz yıllarda, şimdi orayı dağıtıyorlar. Aksu’daki balıkçılar bile resimlerde kalacak bundan sonrasında…
- Kadın portreleri denilince asla vazgeçemeyeceğiniz nedir?
Ben, bütün yüzlerdeki acıyı ve dehşeti olduğu gibi veririm. Benim resim anlayışım oydu. Pamukta çalışan kadınlar, pancarda çalışan kadınlar, buğday ve arpada çalışan kadınların yüzleri. Yorgun, hepsi acılar içinde. Çökmüş avurtlar, gözlerinin altı mor. Portrelerimde çoğunluk bunlar vardı. Bir Ankara sergimde, iç hastalıkları profesörü bir hanım dostum var, benden hep resim alır. Sergimize geldi. Hep çiçek getirir. Ben de, ‘Yaa hocam, bir şişe rakı getirsene, daha makbule geçer’ diye ona takılırım. Ondan sonra, bütün sergilerimize rakı şişesiyle geldi. Ve her sergiden muhakkak ufak ya da büyük bir portre alır. O gün sergiye geldiğinde almadı. Cumhuriyet Gazetesinde yazıyorum o zamanlar. Bana ‘Sen, bugün kendi gazeteni okudun mu?’ diye sordu. ‘Okudum’ dedim. O günkü Cumhuriyetin manşeti, ‘Bugün 19 Ölü’. Gençler vuruşmuş, 19 genç hayatını kaybetmiş. ‘Yaaa. Ben, bu gençlere onların acılarına yanarken, düşünebiliyor musun 19 genç can gitmiş, bir de para vereceğim, bu acı suratları alacağım, bu acıları duvarıma asacağım. Ne hakkın var buna’ dedi. Onun bu söyledikleri beni çok düşündürdü. Ve ben kadınlarımı güzelleştirdim. Ama o yüzdeki hüznü getirdim, gözlerine koydum. Hala o minval üzerinden devam ediyorum.
– Uzun yıllar oldu gazeteciliği bıraktığınızdan beri, günleriniz nasıl geçiyor?
Antalya Geyikbayırı’nda şehre 7 kilometre ötede bir yer aldık. Orada projeyi, eşim Filiz Otyam’ın da yardımıyla yaşama geçirdik. Filiz iç mimardır. İlk işim, orayı ağaçlandırmak oldu. Yıllardır keçileri gözlemlerim. Çiçekler, ağaçlar filan. Her yıl, on, on beş keçi sürüsü gelir. İlkbahar’da gelir, sonbaharda giderler. Orada otlanırlar. Ben de bahçeyi sulamaya çıkarım. Hani, keçiler zararlı bilinir ya. Çaydan su içerken bir günden bir güne çiçeklerimi yediklerini görmedim. Ben bahçeyi sularken onlar bana bakar, ben onlara bakarım. Bahçemde rengarenk çiçekler, değişik yapraklar var ama keçiler oralı olmaz çayın kenarından geçer giderler. O zaman anladım, bu keçilerin, zavallıların adı çıkmış. Bir gün bir tanesi öyle mahzun bakıyordu ki, dayanamadım resmini yapayım dedim. Bir kaç desen çizdim. Baktım, hakikaten çok grafik bir hayvan. Öyle kocaman keçiler yapıyorum. Bir gün çaydan geçip şehre ineceğim. Yolun ortasında keçi sürüsünün tam ortasında kaldım. Önüm, arkam, sağım, solum keçi. Korna çalıyorum. Oralı değiller. Mecburen orada durup keçi sürüsünün geçmesini bekliyorum. Onları izlerken birden fark ettim. Hayvanın sakalı çenesinde değil, çenesinin altında boğazına doğru. Ben resimlerde sakalı hayvanın çenesine oturtuyorum. Şehre gitmekten vazgeçtim. Gerisin geriye hemen eve döndüm. Bütün resimlerdeki sakalın yerini düzelttim. Keçiye zararlı derler. Siz hiç elinde çakmak orman yakan bir keçi gördünüz mü? Ya da elinde balta ağaç kesen bir keçi? Keçi sevgimi bilenler beni geçen yıl Ege Üniversitesi’nin düzenlediği bir sempozyuma davet ettiler. Orada keçiler üzerine bir konuşma yaptım ve yaptığım keçi resimlerinden oluşan bir sergi de açıldı. Beni baş çoban ilan edip bana küçük bir keçi ile özel dokunmuş bir kepenek hediye ettiler.
- Gazipaşa’ya yerleşmenizin üzerinden 30 yıl geçti. Gazipaşa’daki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eylül 1980 askeri darbesiyle, Antalya, Gazipaşa`da çok sayıda insan topluca gözaltına alınarak Burdur Cezaevi`nde işkenceye tabi tutuldu. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği üyesi olduğumuz için, devrimci veya Halk Partili olduğumuz için o dönem en ağır zulümlerle karşılaştık. Emniyet birinci şubede pardösülü, kır saçlı bir siyasi polis, Gazipaşalı çocuklara işkence yapıyor. Onlara `bizi Fikret Otyam bizi örgütledi, bize şunları şunları söyledi` dedirtmeye çalışıyor. Bir öğretmen, ‘Fikret Otyam seni bilmem ne yapsın` diyor, yine cevap yok. İşin komik tarafı Gazipaşalı 20-25 tane gence bunu söyletemeyince Alanyalı genç bir çocuğa, ‘Sen tanıyor musun Fikret Otyam’ı’ diye soruyorlar. ‘Tanırım, ak donla gezen ak saçlı sakallı bir adam’ demiş. Ben o zamanlar Manisa Tarzanı gibi şortla gezerdim, sakalım da vardı. Sen bize yalan söylüyorsun, diye çocuğa nasıl işkence yapmışlar. ‘Ne yalanı doğru söylüyorum efendim’ demesi fayda etmemiş. Arkadaşlar diyorlardı ki, ‘Hem ağlıyoruz, hem gülüyoruz’. Bu konuyu gündeme getirmek istedim, görüşmeler yaptım. Ben gidip geliyorum; bir keresinde Gazipaşa`ya döndüğümüzde polis bana, `Sizi Antalya Sıkıyönetim Komutanı istiyor` deyince anladım, haber yerine ulaşmıştı bile... Ertesi sabah görüştüğümüz Paşa, işkence şikayetlerimizden rahatsızdı. Bir sürü cinayetler oldu. Böyle başlayan Gazipaşa maceramızda aradan yıllar geçti. Doğayla ve hayvanlarla iç içe bir hayatımız oldu. Evimizde keçilerimiz, ceylanlarımız, köpeğimiz, kedilerimiz ve tavus kuşumuzla hayatımızın en güzel yıllarını Gazipaşa’da geçirdik.
- Antalya’da sizinle ilgili başka sergilerde gezebilecek miyiz?
''Gazetecinin Objektifinden'' sergileri Antalya'ya en çok yakışan kültür sanat etkinliklerinden biridir. İlk kez bir sergide kendi çabalarımız dışında fotoğraflarımız basılarak sergilendi. O kadar kalabalıktı ki ben sergiyi doğru düzgün gezemedim bile… Uzun yıllardan beri kapalı galerileri kullanıyorduk, açık hava sergisi daha ferah daha güzel olmuş. Sokaktan geçen insanların ilgisi o kadar yoğundu ki, çok mutlu olduğumuz bir çalışma oldu. Benim tuvallerim çok büyük olduğu için henüz bu ölçülerde bir galeri Antalya’da yok, Filiz’in eserleri de büyük mekanlara göre oluyor ama şartlar sağlanırsa elbette isterim.
Fikret Otyam Kimdir?
1926’da Aksaray’da doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nden mezun oldu. Burada ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun öğrencisi oldu.
Gazeteciliğe 1950 yılında "Son Saat" gazetesinde başladı. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde çalıştı ve köşe yazarlığı yaptı. Özellikle Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili yazdığı röportajlarla tanındı. Bu röportajlarını çok sayıda kitapta topladı. Otyam halen, Aydınlık Dergisi'nde her hafta yazmaya devam ediyor. Emekli olduktan sonra resme ağırlık verdi. Sanatçı Antalya'da yaşamını sürdürüyor. Akdeniz Gazetecilik Vakfı ve Altın Portakal Kültür Sanat Vakfı'nın kurucu üyelerindendir. Fikret Otyam, ünlü besteci ve orkestra şefi Nedim Vasıf Otyam'ın kardeşidir. Dokuma ve fotoğraf sanatlarıyla ilgili sanatçımız Filiz Otyam ile evlidir.