Ben gazeteleri masada okurum. Elimde bir kalem, bir de makasla. Yılların alışkanlığı bu… İlgimi çeken haberlerin altını çizerim, kesip arşivlerim.
Dün yine karşımda bir gazete, manşetinde Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri:
“Türkiye’nin yönetim sistemi değiştirilmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir…”
İyi de önce sistemin değiştirilmesi, sonra anayasanın buna uydurulması; “darbe” değil mi?
Bu adam bu sözlerle, “darbe”yi itiraf ettiğinin farkında mı?
İşin en acı yanı ne biliyor musunuz?
Bu “sözde demokrasi”de kimse bu adama dokunamıyor!
Tıpkı Kenan Evren’e dokunamadığı gibi…
***
Hızla çeviriyorum gazetenin sayfalarını…
Şırnak’ta şehit…
Kars’ta şehit…
Varto’da sokağa çıkma yasağı…
Yüksekova’da silahlı çatışma…
Ceylanpınar’da vahşet…
Güneydoğu kan gölü, kısacası…
PKK, bulduğu her yerde çekirge sürüsü gibi devleti kurutup geçiyor. Masum insanları vurup öldürüyor…
Evet, “çekirge sürüsü” gibi…
***
Geçen hafta kaybettiğimiz Fikret Otyam’ın 1978’de yazdığı “Ceylanlar Suya İndi” kitabında vardır bir çekirge olayı…
Ancak Fikret ustanın kaleminden dökülenler o kadar güzel ki; zerresini kırpmak olmaz… O yüzden “Çekirgeler Geliyor” başlıklı o bölümü olduğu gibi yayınlıyorum:
***
“Sabahleyin teneke sesleriyle uyandım, heyecanla, biraz da korktum. Beş on adam, ellerinde tenekeler, habire sopayla vuruyorlar. Köyde bir telaş, bir telaş… Giyinip hemen aşağıya indim. Köylüler ellerinde gaz tenekeleri, eski paçavralar, çalılar çırpılar, koşturup duruyorlar. Atlar hazırlanıyor, traktörler homurdanıyor.
Tektek Dağları’nın eteklerine çekirge sürüsü inmiş.
Ben de fotoğraf makinemi alıp traktörün birisine iliştim. Tozu dumana katıp dağlara doğru hareket ettik. Dağa yaklaştığımız zaman o kapkara bulutları gördüm. Güneş, bu karanlığın ardında kalmıştı. Bir hareket içindeydi o kapkara bulutlar. Biraz sonra dağa doğru indiler, güneş çıktı ortaya.
‘Yeni bir sürü daha indiiii!’ diye bağrışıyordu köylüler. ‘Yeni bir sürü daha, tez olun, tez!’
Rıza komut veriyordu:
‘Hemen adam çıkarın yollara, mücadelecileri gözlesinler, vakit yitirmeyelim, siz şu yöne, siz şu yöne, siz arkadan saracaksınız, davranın durmayın!’
‘Mücadeleciler’ dediği, ‘Zirai Mücadele Teşkilatı’ imiş. Tarımsal savaş örgütü. Biraz sonra bir toz bulutu gördük.
‘Geliyorlar!’ diye bağırdılar.
Jeep’ler geldi. Sırtlarında bazı araç ve gereç olan kişiler. Başlarındaki uzman anlatılanları dinledi, ‘Hazırdık biz, bekliyorduk kaç gündür, raporlar geliyordu, şimdi elbirliğiyle bu felaketi savuştururuz’ dedi ve neler yapılacağını anlattı.
Sırtlarında alev makineleri olan işçiler çevreye yayıldılar. Pompalı bir araçtı bu. Upuzun bir borudan alev fışkırıyordu. Çekirgeler, yumurtaları, yavruları bu alevle yakılıyor. Aynı şeyi köylüler de yapmaya başladılar. Dağların taşların arasına paçavralar, çalılar çırpılar konuldu, bunlara gaz döküldü ve ateşlendi. Tuhaf bir şenlikti bu. Tarımsal savaş örgütünün kişileri de canla başla çalışıyordu, kan ter içindeydi hepsi.
Akşama kadar sürdü bu uğraş. Kara bir bulut gibi uğultuyla kalkıp havalanan bir çekirge sürüsünün ardından atlılar koşturuldu, nereye ineceklerini saptamak için. O kara bulutun altında atlılar toz duman gittiler. Ekipler de hareket ettiler.
Çekirgeler taze ekinleri biçip geçiyor, kel kel kalıyor sapları. Bir indiler mi tarlaya, artık oradan hayır kalmıyor, sanki her biri biçerdöver, tarayıp gidiyorlar. Kısa sürede kelleşiyor tarla.
Sürünün nereye indiği hemen saptandı. Tenekeler çalınıyor, tüfekler atılıyor, ürkütülüyor sürü. Oradan da fazla zarar vermeden kalktılar. Jandarma telefonuyla öbür köylere haber ulaştırıldı, ekipler o tarafa hızla gitti.
Ertesi günü öğleüzeri yeni bir haber geldi. Bu başka bir zararlı sürü. ‘Süne’ diyorlar. Hamamböceği gibi pis bir böcek… Bunlar da buğdayın başağına, taze sütlü buğdaylara musallat. Buğdayların özünü emiyorlar. Tüm köy halkı, kadın, çoluk, çocuk demeden torbasını kapan daldılar tarlaya sıra olup, süneler elle toplanıyor tarlada olduğu zaman, dağlara ilk geldiğinde yine ilaç ve alevle yok ediliyor. Tarımsal savaş örgütü bu süneleri para ile alıyor. Kısa sürede bunlardan kurtuldu köylüler…
Rıza, ‘Görüyorsun, yaşantımız hiç de kolay değil, her gün yeni bir sorun çıkıyor’ dedi.
Rıza, yüksek tarım mühendisi. Kardeşi ise veteriner… Toprakları öyle çok değil ama düzenli ve uygar, modern bir tarımcılık ve hayvancılık yapıyorlar. Köyde bunlara ‘önder çiftçi’ diyorlar. Kendi köylülerine, komşu köylere yardım ediyorlar tüm sorunları için. Ağaçlarına bakıyorlar, hayvanlarına bakıyorlar, tarlalarına bakıyorlar, herkesle büyük bir yardımlaşma içindeler. Onun için yöre halkı, sevmiyor, tapıyor sanki bunlara… Kendi işleri hafifledi mi, öbür tarlalara, ahırlara gidiyorlar, yanlış uygulamaları düzeltiyorlar, hayvanlara ilaçlar veriyorlar.
Sordum Rıza’ya, ‘Ne alıyorsunuz bunlardan?’
Rıza her zamanki gibi yine güldü. Yanıtladı sorumu:
‘Sevgi. Yetmez mi?’ ”
***
Bugün oralarda çekirge, süne sürüleri yok belki; ama “insan” görünümünde, çok daha zararlı olanları var…
“Çekirgeler gibi bir çıktılar mı ortaya, biçip geçiyorlar kentleri, kasabaları… Kel, kel kalıyor mahalleler, köyler, mezralar.
Sanki her biri biçerdöver, tarayıp gidiyorlar. Kısa sürede kelleşiyor ülke…”
Ve en tepedeki zat utanıp sıkılmadan kekliklerle gülüp oynadıktan sonra geçiyor mikrofonların karşısına ve sivil darbe yaptığını itiraf ediyor böyle bir dönemde…
***
En kötüsü ne biliyor musunuz?
Bir tane bile “Rıza” yok ortalıkta!
KİTABIN KÜNYESİ
CEYLANLAR SUYA İNDİ
Türü: Röportaj
Yazan ve resimleyen: Fikret Otyam
Yayınlayan: Türkiye İş Bankası Yayınları
Baskı tarihi: 2011, Eylül
Sayfa sayısı: 82
Fiyatı: 8 lira (Yüzde 40 indirimli satılıyor.)
Kaynak: http://www.ilk-kursun.com/
Sünnidir; Alevi ruhuna sahiptir; Hacı Bektaş’ta gömülmeyi vasiyet etmiştir. Türk’tür; Güneydoğu’daki Kürt’ün çaresizliğini Türkmen göçerin çilesini ilk dile getiren Anadolu sevdalısıdır. “Gide Gide” dağları, ırmakları aştığı can yoldaşı Ermeni Ara Güler’dir; kimi zaman William Saroyan. Mektup arkadaşı Rum Pavlos Moshakis ya da sosyalist gerçekçi Orhan Kemal’dir. Doğa insanıdır. Gazetecidir. Şairdir. Ressamdır. Yazardır. Düşün insanı aydındır. Bugün tüm çabamız Türkiye’yi, Fikret Otyam gibi apaydınlık yapmak değil midir?..
Eylen Yolcum
Eylen yolcum eylen bir su vereyim
Susuz çöller aşmadın mı yaralı
Hüseyin cemali vardır yüzünde
Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından
Ben de ayrı düştüm sevdiklerimden
Ok yedim zamane yezitlerinden
Dileğim var Kerbela’nın çölünden
Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından
Sensin zeynel canım Kabe dediğim
Sana gelen oklar sinemi deldi
Bak ben de susuzum o günden beri
Beni mahrum etme dost ellerinden şah yollarından*
Eczacı yüzbaşı İbrahim Vasıf…
İstanbul Kuruçeşmelidir.
12 yıl Yemen’de savaşan bir yorgun savaşçıdır.
Duyar ki eşi vereme yakalanmıştır; San’a’dan iki ayda gelir İstanbul’a; bir ay önce dünyadan göçmüştür eşi. Döner Yemen’e…
Yemen’de bir dul kadın… Beyşehirli Kolağası Osman kızı Naciye. Eşi savaşta ölünce tek oğlu (ileride ressam olacak) Mehdi ve çiçek hastalığı nedeniyle gözleri pek görmeyen kız kardeşi Zülfiye ile kalakalmıştır. Eczacı yüzbaşı Vasıf’ı evlendirirler…
Savaş sona erdiğinde, yurda dönmek için Hüdeyde Limanı’ndan Alman bandralı Baron Bek vapuruna binerler.
Aksilik! Gemide Naciye’nin doğum sancısı başlar. Askeri doktor Nedim Bey doğumu gerçekleştirir, doğan oğlandır; adını subaylar “Nedim” koyar. Gemi kaptanı da geminin adını verir; “Baron Bek!” Ve gemi çalışanları “Bahri” adını uygun görür!
Nedim Bahri Baron Bek Otyam; ileride ünlü bir besteci, orkestra şefi olacaktır…
Aksaray’da bir eczacı
Kurtuluş Savaşı günleri…
Eczacı Vasıf, Konya 2. Ordu’da görevlidir.
İzmir’in kurtarıldığı gün bir oğulları daha dünyaya gelir:
Nusret Kemal Otyam… Baba mesleğini seçip eczacı olacaktır, ama iyi bir şair ve yazar olarak tanınacaktır.
Sonra bir kızları doğar; Sevim.
O günlerde Konya’ya, Aksaray’dan heyet gelir; “bizim bir eczanemiz var, gelin başına geçin, çalıştıkça ödersiniz borcunuzu.” Anlaşırlar. Vasıf askerlikten emekli olur.
Aile Aksaray’a taşınır.
Vasıf, Aksaray Vilayeti Hususi Muhasebe’nin eczanesinin sahibidir.
Aynı zamanda Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı’dır; Halkevi Başkanı’dır…
Ve…
Tarih: 19 Aralık 1926.
Aileye bir oğlan daha katılır: Fikret Vesim Otyam…
Nüfus memuru kayıtlara “Vesim diye isim olmaz” diye düşünüp “Vezin” diye geçirir. Oysa…
Ahmet Vesim Paşa ya da Hacı Vesim Paşa (1824-1910) Osmanlı’nın son Kaptan-ı Deryası’dır.
II. Abdülhamit’in donanmanın silahsızlandırılması teklifini kabul etmediği için görevinden alınarak 1879’dan itibaren on beş yıl boyunca evinde ikamete mecbur edildi. “Ev hapsini” resim yaparak geçirdi.
Üsküdar’daki yalısı ünlü ressam Hoca Ali Rıza’nın tablosuna konu oldu…
Kırım Savaşı’nda müttefik donanmasına kılavuzluk etmektedir. Savaşta hayatını kurtaran Boyatlı asker Ömer’i evladı gibi sever.
Ömer, eczacı Vasıf’ın babasıdır. Fikret Otyam’a “Vesim” adı bu nedenle verilir!
Yıllar sonra anlatır:
“Babamlar İstanbul’a gelmişlerdi, beğendiğim pahalı kumaştan güzel bir palto diktirip gitmişlerdi. Üsküdar/Kızkulesi arkasında yangın gözüme ilişti. İlk arabalı vapuruyla oradaydım ve tahminim doğru çıktı, üst kat cayır cayır yanıyordu, içeri daldım. Hoca Ali Rıza Bey’in eserini kurtarayım dedim, yüksekteydi olmadı; resimde çok şık giysili, iri cüsseli Hacı Vesim Paşa dümen başındaydı; bu tarihi eseri kurtaramadığıma çok üzüldüm ama neyleyim, alevler alt kata iniyordu; çıkmam için bağırmalar yükseliyordu; güzel bir masa üzerinde duran dört beş albümü kucakladım, sular altında dışarı fırladım…
Birisine yaşlı hanımları sordum, yandaki yalıda imişler; çıktım; ikisinin sırtlarında şal vardı ve ayakta dimdik yangını seyrediyorlardı, gözleri yaşsız! Albümleri bıraktım, ikisi de hayretle baktılar, baktıkları yere baktım kucakladığım albümlerin kapaklarının rengi yeni paltomu neşelendirmişlerdi renkten yana; ikisini de sarılıp öptüm, teselli ettim; bir tarih yanıp kül oluyordu paltonun sözü mü olurdu? Hacı Vesim Paşa’nın kızları Ayşe ve Saime teyzeler; Vesim’in Vezin olduğunu hiç bilmediler;babalarının adını taşıyan bu delikanlıyı torunları gibi sevdiler…”
Zor günlerin çırağı
Fikret Otyam’dan sonra aileye bir kız çocuğu katıldı; Neş’ecan… (İleride yazar Erhan Bener’in eşi; yazar Yiğit Bener’in annesi olacaktır.)
Çocuklukları Aksaray’da geçti.
Fikret Otyam, altı yaşında -ağabeyleri gibi- babasına çıraklık yapmayı öğrendi; ilaç şişe ya da kutularına yapıştırılacak etiketleri keserek…
Sonra birinci sınıf kalfa oldu. O zaman, şimdiki gibi fabrika ilacı pek azdı, çoğu eczanede imal edilen ilaçlardı.
Zor günler; akıl almaz fakirlik, parasızlık, yokluk yılları…
Karasu bataklığından kaynaklanan sıtma, halkı kırıp geçiriyordur. Uyuza, tarahoma ilaç yapmayı öğrenir babasından. Bir de…
Dürüst olmayı, insan sevgisini, insanlarla sıcak ilişki kurmayı…
Söz verir; “bir gün büyürsem bu insanlara işe yarayacak birisi olacağım..!”
İlk soyadları; “Artur”
Okuma aşkı babasından miras.
Eve -Hakkı Tarık ve Rasim Us kardeşlerin çıkardığı- Vakit gazetesi geliyordur. 30 kupona Rus Edebiyatı klasikleri kitaplar veriyordur.
İlk okuduğu kitaplar bunlardır. En çok Maksim Gorki’yi sever.
Ağabeyi Nusret İstanbul’da eczacılık okuyordur ve aynı zamanda şairdir. Şiirleri o zamanın ilerici dergilerinde çıkar. Bir gün… Nusret ağabeyinin “Tutuşan Ağaç” adlı şiiri yüzünden başının polisle derde girdiğini öğrenirler.
Babası hemen oturup mektup yazar; “Bolşeviklerden uzak dur!” Çünkü…
Yemen’de birlikte savaştığı Cumhurbaşkanı İsmet (İnönü) Paşa ve Başbakan Dr. Refik Saydam’ın kulağına gitmesinden üzülür. Öyle ki…
Refik Saydam bir gün Aksaray’a gelir; arkadaşını ziyaret eder. “Artur” soyadını aldığını öğrenince şaşırır.
Eczacı Vasıf müziğe tutkundur; bir oğlu Nedim; nefesli ve telli sazlar; diğer oğlu Nusret; keman çalıyordur. Eczacı Vasıf Arapça ve Fransızca biliyordur; Almanca’yı da anlıyordur! “Ar”; sanat ve “tur” da tavaftı; “Artur” ise sanat tavafı!
Refik Saydam Ankara’ya dönünce Aksaray’a soyadı gönderir; “Otyam!”
Bolşevikliğe karşı olsa da çocuklarının o dergileri okumalarına izin verir Vasıf Bey.
Fikret Otyam, o “Bolşevik” dergilerde görür; Abidin Dino’nun desenlerini ve
vurulur…
Fikret Otyam…
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde İbrahim Çallı’nın öğrencisi olur. Aklı fikri başka atölyededir. Ağabeyi Nusret yakın arkadaşına “kardeşiyle ilgilenilmesi ricasıyla” mektup gönderir. Arkadaşı; Bedri Rahmi Eyüpoğlu!
Fikret Otyam bu atölyede çalışacak; ve öykülerini büyük bir aşk ve sevgiyle okuduğu yazarlarla tanışacaktır. İlki Sabahattin Ali’dir…
Orhan Veli, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Ali Aybar, Aşık Veysel, Orhan Kemal…
Atölye okuldur. Öncelikle öğrendiği karşılıksız halk sevgisidir…
Bir gün…
Beyoğlu’nda Yorgo’nun Meyhanesi’nde arkadaşına yazdığı öyküyü okumaktadır Sarı saçlı, kirli pardesülü biri arka masadan onları izler. Polis sanırlar. Bedri Rahmi’yi takip ettiğini düşünürler. Yine de öyküsünü bitirir. Sarı saçlı o adam çıkışarak; “anlattığın gibi yazsana” der. Ölünceye kadar dost kalacağı Sait Faik’tir o…
Sadece öykü değildir yazdığı; gazeteciliğe başlar. Yıl, 1950’dir. Son Saat, Dünya ve Ulus’ta çalışır.
İlk röportajı yayınlanır; “Mapushane İçinde Üç Ağaç İncir.” Üsküdar Cezaevi’nde röportaj yaptığı kişi Aziz Nesin’dir!
Ve yazıda röportaj türüne tutkun olur…
Yıl, 1953…
Akademi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirir.
Dünya gazetesi patronu Falih Rıfkı Atay, Anadolu’ya gidip gördüklerini yazmasını ister. Orta Anadolu çocuğudur ama ülkesinin doğusunu bilmemektedir. Fakat…
Duyar ki Cumhuriyet gazetesi de Yaşar Kemal’i bölgeyi göndermektedir. Korkar! Ya bölgeyi çok iyi bilen Yaşar Kemal kadar başarılı olamaz ise…
Can arkadaşı Orhan Kemal’e koşar, ne yapacaktır. “Korkma” der; “Yalan yazma, kim için, ne için, kime yazdığını çıkarma aklından. Sade bir dille gördüklerini yaz, uydurma hepsi bu.”
Çok başarılı olur; fotoğraflı röportajları bir ay tam sayfa yayınlanır. Yabancı ajanslar yazılarından bölümleri dünyaya yayar.
Rekabet nedeniyle Yaşar Kemal’le yıllarca bir darılırlar bir barışırlar. Son olarak barışık veda ederler dünyaya…
Ne var ki, ikisi de fişlenmeştir: “Kürtçü Komünist!”
Türkiye gibi bir ülkede gazetecilik zordur; gün gelir gözünü korkutmak için,bavulunda kaçak çay bulundurduğu için hapse konulur.
Geri adım atmaz; ihtilal dönemlerinde bile…
1961’de Ankara Radyosu’na “Doğu Röportajları” hazırlar. 20 gün süren röportajı Diyarbakır istasyonunda şöyle bitirir: “Ey bu ülkeyi idare edenler 20 gün olanları dinlediniz. Bu halkın üstüne kılıçla gidiniz, ama sevgi kılıcıyla. Değilse bayrağımızın ve sınırlarımızın şekli değişir.”
Toplam 15 kitap olan “Gide Gide” röportaj serisi dokuz ödül alır.
Ve Fikret Otyam, Ayten Hanım’la 1953’te evlenir; üç kızı olur, Elvan, İrep ve Döne…
1977’de Filiz Hanım’la evlenir.
Damadı Ali Baransel 12 Eylül Paşası Kenan Evren’in basın müşaviridir. Evren, bir fotoğrafını izinsiz tuvale aktarınca 1 TL’lik tazminat davası açar!
Fikret Otyam budur.
Ödünsüz aydındır…
ERMENİ YAZARIN MEKTUBU
William Saroyan…
Bitlis’ten ABD’ye göç etmiş bir Ermeni ailesinin çocuğudur. 1908’de Kaliforniya’da dünyaya gelir. Babası ölünce yetimhanede büyür.
Dünyaca ünlü yazar olur; hep insanı anlatır ve düzyazıda kendine özgü bir tarz yaratır. Pulitzer Ödülü’nü alır ama ödülü reddeder. Unesco 2008 yılını Saroyan yılı ilan eder. Vasiyeti üzerine, naaşının bir bölümü Ermenistan’a götürülerek Erivan’daki ünlüler panteonuna gömülür.
Saroyan 1960’lı yıllarda Türkiye’ye gelir. Fikret Otyam ile bölgeyi geçer ve Otyam’ın“Can Pazarı” adlı kitabına şöyle yazar:
“Bir Dost; Büyük ruh sahibi ve akıcı üsluplu bir yazar ve fotoğraf sanatçısı olan Fikret Otyam ile birlikte Türkiye’de dolaşmak mutluluğuna eriştim. Bilhassa, Otyam’ın mükemmel önderliği ve hazırlıkları Bitlis ve Muş’a yaptığım ziyaretlerimi unutulmaz bir anı haline getirmiştir.
O’nun bir dostu olabildiğimi ümit edebilirim.
O’nun sanatının, insanlığının ve kişisel yakınlığının hayranıyım.
Türkiye’ye yaptığım ziyareti, hayatımın en büyük tecrübelerinden biri haline getirdi. Bugün Türk Ulusu’nun alçak gönüllülüğünü, konukseverliğini ve vekarını Fikret’in önderliği sonucunda öğrendiğime inanıyorum.
Daima derin şükran ve içten dileklerimle…
20 Mayıs 1964… William Saroyan.”
RUM RESSAMIN MEKTUBU
Pavlos Moshakis…
İstanbul 1915 doğumludur.
İlk mektebi bitirince Beyoğlu’ndaki ünlü tabelacı Özcan’ın yanında çalışmaya başlar ve 14 yıl sürer bu işi. 13 yıl da askerlik yapar.
1955’te 6-7 Eylül olayları, bir süre sonra da Kıbrıs olayları patlak verince 1964’te Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır:
‘’Ne zaman kati kararımı aldım, günlerce, gecelerce ağladım. Kendimi idama mahkum ederek, vatanımı bıraktım. Atina’ya yerleştim. İlk yıllarda İstanbul’dan gelenlerle çalışmaya başladım, resim yapıyor, tabela yazıyordum. Sıla hasreti mideme vurmuştu. Sancılarım beni bırakmıyordu ki çalışayım…’’
İstanbul özlemeni tuvallere yansıtarak gidermeye çalışır. Bir de…
Sık sık Fikret Otyam’a mektuplar yazar:
“Ne Türkler Türk olduğumu inanın söylemezlerdi, ne de şu gavurlar beni Yunan isimletiyorlar. Yani Türkiye’de iken herkes bana gavur derdi, burada ise episi Türk derler. Hiç olmazsa burada gurur duyuyorum bana Türkolos, Türk tohumu derlerken. Çünkü ben halis Türk vatandaşıyım ve daima böyle kalacağım. Sana bunları mahsustan söylüyorum. Zannetmeyesin senden kötü vaziyette insan yoktur. Senin ruhun benim ruhuma benzer. Biz Türkü, Arabı, Yahudisini ayırmayız, episi Allah’ın kulları, fakat gelgelim ki yaşamak vermezler.”
Fikret Otyam bu mektupları “Pavli Kardeş” kitabında toplar…
Pavlos Moshakis…
1998’de Türkiye’ye gelir; İstanbul Deniz Müzesi Sanat Galerisi’nde sergi açar.
Hatta Fikret Otyam…
Mersin SSK Hastanesi’nde yapılan ameliyatını da üstlenir…
Fikret Otyam can’dır…
Pavli için şunu der; “O her türlü sevgiye ve ilgiye değer. Bilgili, bol anılı, neşeli, usta avcı, has bir naif ressam ve Atatürk sevdalısı; yetmez mi sevilmesi için?”
Kaynak : http://www.sozcu.com.tr/
Onu en iyi o eşsiz eleştirmen Adnan Benk anlatmıştı: “Röportaj derken hikâye, hikâye derken senaryo, senaryo derken şiir, fakat hepsinde de, ortak unsur olarak Fikret Otyam.”
Çok doğru. Fikret Otyam’ın bize bıraktığı o muhteşem hazinede röportajlarını okuyun düz yazı değil sanki şiirdir. Gezi yazıları öykü tadındadır.
Ortak payda Fikret Otyam’lık en çok iki alana egemendir: Anadolu sevdasına ve gerçekliğe...
Edebiyat-sanat iç içeliği
O gerçeklik tutkusu, sadece yazılarında, röportajda değil, yaşamıyla iç içe geçen sanatında da vardı.
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinden mezun olmuştu. Hem okuyor hem gazetecilik yapıyordu. Şanslıydı edebiyatla plastik sanatlar arasında sımsıkı bağlar kuran bir hocaya rastgelmişti. Bedri Rahmi’nin üzerindeki etkiyi hiç yadsımadı. O etki, kendine özgü dilini bulmasını değil engellemek, körükleyecekti.
Mezun olur olmaz Dünya gazetesi sahibi ve başyazarı Falih Rıfkı Atay’a beni Doğu’ya, Güneydoğu’ya yollayın diye seçimini yaptı. Sirkeci’den atladığı kamyon yola çıktığında, yaşam boyu sürecek bir seçim yaptığını belki biliyordu belki bilmiyordu. O seçim onu Fırat’ın öte yakasına götürdü.
Ceylanların suya indiği toprakları ve o toprağın insanlarını sözcüklerle ya da çiziyle renkle, fotoğraf makinesiyle olsun anlatırken, gözlemlerine dayalı çok zengin bir işçilik çıkardı. Bir zanaatkâr titizliği ve özeni...
Ayrıntıların zenginliği, geleneklerden yararlanma, mozaik, bezeme, çini, destansı anlatım yazıda da resimde de Anadolu sevdasıyla, insan, doğa sevgisiyle bütünlendi. Bakın ceylan gözlü kadınlarına, bakın taşına toprağına, keçilerine, o sevdayı göreceksiniz.
Demokrasi neferi
Fikret Otyam, bize Harran Ovası’nı ya da Köln’ü sözcüklerle anlatırken, sadece gerçekliğin peşinden koşmak, gerçeği herkesle paylaşmak istiyordu. “Sanatyapmak”, “edebiyat yapmak” gibi bir derdi yoktu. (Bize bıraktığı sayısız kitap tanığımdır. Ve şimdi onları yeniden okuma zamanıdır.)
Misyonu, gerçeği paylaşmaktı... Bu da onu bir demokrasi neferi yapıyordu. Anadolu’nun yoksul, mazlum, acı çeken, sömürülen insanının, dil, din, etnik köken ayırımı yapmaksızın sesi oldu.
İşte “Pavli Kardeş”te İstanbul’u terk etmek zorunda kalan dostu Pavlos Moshakis konuşuyor: “Yani Türkiye’de iken herkes Gâvur söylerdi, burada ise episi Türk derler! Hiç olmazsa burada bir gurur duyuyorum bana Türk oluş, yani Türk tohumuderlerken. Çünkü ben halis bir Türk vatandaşı idim ve daima böyle kalacağım. Sana bunları mahsustan söylüyorum Senin ruhun benim ruhuma benzer. Biz Türkü, Arabi, Yahudisini ayırmayız, episi Allah’ın kulları, fakat gelgelelim ki, yaşamak vermezler!”
“Mayınlar Çiçek Açmaz” kitabından birkaç satır:
Urfalı şoför arkadaş yavaşlattı arabayı ve dedi: “Çekesen bir resim. Mayında kalmış idi, bak şurada, yooo şurada... Leşlendi, akbabalar, kuzgunlar yedi bak göresin, kemik yığını. Çıkartamadılar mayından kaldı getti orada...” Baktım, göremedim... Seraptı sanki, serabın fotoğrafı çekilmez ki...
Teşekkürler Fikret Otyam bize sunduğun nice Türkiye “fotoğrafı” için...
Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/
Milletvekillerini aklımda boyarım.
Koyu yeşil, yobazın teki.
Açık yeşil, tutucu.
Kızılın teki mi?
Hiç karşılaşmadım.
Tatlı kırmızı bir zamanlar olduydu.
*
Fikret Otyam yazmıştı bunu.
*
Gazeteci-ressam deniyor.
Bence şairdi.
*
Çünkü… Edebiyat ikinci defa okunacak, gazetecilik ise, bir defada anlaşılacak şekilde yazma sanatıdır. Bir defada anlamamıza rağmen, adeta ezberlercesine, tekrar tekrar okurduk onun yazılarını… Edebiyatçı mertebesine ulaşmış ender gazetecilerdendi.
*
Şiir gibi yazar.
Roman gibi çizerdi.
Fotoğraf kareleri, tablo gibiydi.
*
Diyeceksiniz ki, kıymeti bilindi mi?
Otyamların kıymeti bilinseydi, memleketi bunlar mı yönetirdi?
*
Daima emeği savundu ama, darbe döneminde mesela, bizzat Kenan Evren tarafından emeği çalındı! Kendini Picasso zanneden Kenan Evren’in “sigara içen ihtiyar” isimli tablosu, Fikret Otyam’ın çektiği “sigara içen ihtiyar” fotoğrafından araklanmıştı. Bir liralık dava açtı. Kazandı. Kenan Evren utanıp, özür dileyeceğine, “tedavülden kalkmış gümüş bir liram var, onu vereceğim” dedi. Halbuki, kendisinden para mara istenmiyordu, bir liralık tazminat davası elbette sembolikti. Peki neydi? Mübaşir, her duruşma öncesinde “sanık Kenan Evren, sanık Kenan Evren” diye bağırıyordu, bu keyfin bedeli yoktu!
*
Dünyanın en güzel keçilerini o resmederdi. Oğlakken alıp, 12 senedir evladı gibi büyüttüğü keçisine “Nimetçik” adını vermişti. Nimetçik, kelimenin tam manasıyla nimetiydi. “Nimetçik’in tablolarını yaparak para kazandım, evimi bile onun sayesinde aldım” diyordu. İlham kaynağıydı. Bir sabah baktılar ki… Nimetçik ve yavruları yok.
*
Darbe döneminde emeği…
Akp döneminde nimeti çalınmıştı.
*
Ve, bunca hırsızlığa rağmen…
Bize servet miras bıraktı.
Anadolu’yu tuvallerine ekti.
Kitaplarına harmanladı.
*
Adam gibi adam değil, adamdı… Köylerimizin kara kaşlı, koca gözlü, güzel yüzlü kadınları maalesef farkında değil ama, hepsi öksüz kaldı.
*
Baba ocağım Aksaray’da dünyaya gelmişti.
İçimde uktedir…
Hasan dağına karşı çilingir sofrası kurup, cigara tüttürerek, Tayyip Erdoğan’ın Ak Saray’ını konuşmak isterdim onunla!
*
Sizin içinizde ukte kalmasın…
*
Gidin sahaflara.
“Ha Bu Diyar”ı bulun.
Kitapçılarda bulamazsınız.
“Mayınlar Çiçek Açmaz”ı arayın.
“Ceylanlar Suya İndi”yi okuyun.
*
Okursanız…
Türkiye’nin kurucusu CHP’nin, kendisini yeni’liyorum zannederken, bağrından çıktığı topraklardan nasıl uzaklaştığını anlarsınız.
Özüne dönmek tek çareyken, kendine ne kadar yabancılaştığını, bunca yalana, bunca talana, bunca acıya rağmen, Anadolu’nun gönlünü neden kazanamadığını anlarsınız.
*
Çarığın makus talihine ayakkabı olmak varken, beraber yürünen yollara nasıl bu kadar kolayca takunya olduğumuzu kavrarsınız.
*
Hatta, bu mübarek memlekette neden terör olduğunu, bazılarının neden terörist olduğunu, kin tohumlarının hangi başıboş tarlalara kimler tarafından, hangi müsait iklimlerde ekildiğini görürsünüz.
*
Yok eğer kitaplarını bulamazsınız, tablolarındaki güzel yüzlü, kara kaşlı kadınların, koca gözlerine bakın… Her şeyi nasıl anlattıklarına, inanamayacaksınız.
Yılmaz Özdil
Kaynak : http://www.sozcu.com.tr/
Hayır!.. Bugün size ağabeyim, hayatta en sevdiğim dostum, arkadaşım, canım Fikret Ağabey'le değil, bir Büyük Kadını, Filiz Otyam'ı anlatmak istiyorum..
Onun büyüklüğünü anlatmaya sözcükler yetmez..
"Fedakarlık" diye bir kelime var.. Filiz'in yanında koyun, içinin ne kadar boş kaldığını görürsünüz..
Filiz bir sanatçıydı. Büyük sanatçı.. Fotoğraf sanatçısıydı, olağanüstü resimler çeker, sergiler açardı.
Elle çalışan bir dokuma tezgahı vardı.. Başına geçer, tablo gibi işlemeler dokur, sergiler açardı. Eserleri peynir ekmek gibi satılırdı. Eşi Fikret Otyam'la yıllarca ortak sergiler açtılar.. Gezmeye, bakmaya doyamazdım..
Fikret Ağabey, 40 yıldır şeker hastasıydı. Ağır şeker.. 10 yıl önce böbrekleri iflas edince, yaşamı diyalize bağlandı..
Ve işte o an, Filiz, tezgahını da, kamerasını da kaldırdı. Sanatçı Filiz Otyam'ı unuttu. Tüm hayatını Fikret Ağabey'e adadı..
Sevgili Ali Kocatepe'nin bana yolladığı bayram mesajındaki sözler tam da buydu işte..
"Bir insanın sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçebileceği önemlidir.."
Filiz, Fikret Ağabey için Filiz'den vaz geçmişti.
Ben böyle bir sevgi görmedim hayatımda.. Bir hayat, bu kadar mı adanır?.
Nasıl hünerli, nasıl sabırlı, nasıl tahammüllü, nasıl müşfik bir adamadır bu.. Nasıl sevgiyle.. Şefkatle.. Özenle..
Aşk bu olmalı, işte!..
Fikret Ağbi aslında kolay adam değildir.. O zor, o çok yönlü adamı böylesine çekip çevirmek..
Hele bir de sağlığı bozukken..
Şeker hastası, diyet demek.. Diyaliz hastası daha da diyet yemek.. Şeker yok, tuz yok.. Bunları taşıyan şey de yok.. Bakın bakalım ne kalıyor geriye..
Ama Fikret Ağabey'in en büyük zevki, akşamları iki tek atmak.. Hele dostlarıyla oldu mu, mutlak.. Oysa alkol kesin yasakların başında geliyor.
Eee!.. Bu rakı, mezesiz gider mi?. Fikret Ağbimin tek mezesi o minik hıyar turşusu.. Amma velakin o küçük hıyar, küçük bir tuzluk..
Filiz'in görevi aslında Fikret Ağabeyi rakıdan da, turşudan da uzak tutmak..
Ne var ki, bu Fikret Ağabeyi en büyük yaşam zevkinden de uzak tutmak demek.. O zaman iş dengede.. Nasıl dengelenecek?. Denge nedir?.
Yüz verse, Fikret Ağabeyi durdurmak mümkün değil. Sert çıksa, küstürür, tadını kaçırır..
Sofrada nasıl hünerle dengelerdi Filiz?. Nasıl müşfik, nasıl sevgiyle.. Nasıl içten..
Fikret Ağabey bana, ya da (bizim ailenin asıl rakıcısı ağbimdir, onunla içmeye bayılırdı,) yanına oturan ağbime "Tabağına bir turşu al" diye işaret ederdi. Alırdık. Filiz de "Güya" görmezdi. Ordan minnacık alırdı bir parça turşusunu..
İşte öyle bir denge.. Ancak sevgi ile bulunacak, sevgi ile çözülecek denge..
Fikret Ağabey, tam bir Anadolu insanıydı. Doğaya aşıktı ve kırsalın insanına..
Gencecik Filiz'i aldı, Gazipaşa'ya götürdü önce.. Ordan da Geyikbayırı'na.. Yani, şehirden uzak.. Köylüler arasında.. Kendi hayvanları, inekleri, koyunları, keçileri, kedileri, köpekleri, hindileri, tavus kuşları arasında tam bir köy hayatı.. Fikret Ağabey o hayatın içinde resimlerini boyardı. Peki ya Filiz?.
O hayatı mı severdi, yoksa Fikret Ağabeyi mi?.
"Sevmek, sevdiklerini mutlu etmektir" diye bir laf vardır, not defterime 50 sene evvel bir filmden yazılmış..
Filiz oydu işte.. Fikret Ağabey ne kadar mutluysa, Filiz o kadar mutlu olurdu.
Fikret Ağabey, çok ama çok, normal bir insanda yaşam zevki ve heyecanını yok edecek kadar ağır rahatsızlıklarla dolu son on yılını olabilecek en mutlu şekilde geçirdi. Harika tablolar boyadı.. Gazetesine harika yazılar yazmayı sürdürdü.. Yurt içinde, benim bile gözümde büyüyen gezilere katıldı.. Sevenleri ile buluştu. Sergiler açtı.. Gençlerle sohbetler yaptı..
Bunları sağlayan gücü ona Filiz veriyordu.
Fikret Ağabey, sağlam olanların zor geçirdiği o yaşlılık yıllarını, Filiz'in sayesinde tam bir İhtiyar Delikanlı gibi, mutlu ama çok mutlu geçirdi..
Fikret Ağabeyi bugün toprağa verirken, ben ona muhteşem bir hayat veren o büyük kadını kucaklamak istedim..
Teşekkürler Filiz.. Tüm yakınları, tüm sevenleri adına, Fikret Ağabeye verdiğin o efsane yıllar için teşekkürler.. Kendinden vaz geçerek, ağabeyime verdiğin yıllar için teşekkürler.. Onunla yaşattığın günler saatler için teşekkürler..
Sevgili Filiz, seni sımsıcak kucaklıyorum.. Minnetle.. Şükranla..
Fikret Ağabeyi yarın yazacağım. Yaşadığım sürece de, yazmaya devam edeceğim. Fikret Otyam yazmakla bitmez çünkü!.
Kaynak : http://www.sabah.com.tr/
Böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir tedavi gören ressam, gazeteci-yazar Fikret Otyam (89), Antalya'da yaşamını yitirdi.
Fikret Otyam, son olarak 26 Ocak 2015'te Antalya'daki özel bir sağlık merkezinde girdiği diyaliz sırasında rahatsızlanmış, mide kanaması geçirdiği anlaşılınca Atatürk Devlet Hastanesine kaldırılmıştı.
Otyam, böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi görüyordu.
VASİYETİ VARDI, HACIBEKTAŞ'TA DEFNEDİLECEK"
Eşi Fikret Otyam'ın Sünni olduğunu ancak Alevi vatandaşları çok sevdiğini anlatan Filiz Otyam şunları söyledi:
"Onlar için kitaplar da yazdı. Cemevinden kaldırılmasını istedi. Yarın akşam, temelini attığı cemevinde 17.00'de bir tören yapıyoruz. Semah dönülecek. Ondan sonra Ankara Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi'nde yine 12.00'de tören düzenliyoruz. Oradan otobüsle Hacıbektaş ilçesine gidiyoruz. Orada yine vasiyetiydi, istiyordu. Halk 'onu bağrımızı basmak istiyoruz' demişlerdi. Orada yeri hazırlandı. Saat 17.00'de de sevgili dostlarımız Alevilerin deyimiyle 'sır' diyoruz."
Kaynak : www.hurriyet.com.tr
Selahattin Duman
GEÇTİĞİMİZ cuma günü Fikret Otyam için Maltepe'de, sahile bakan fiyakalı bir otelin balo salonunda toplandık.
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç'ın öncülüğünü yaptığı davetin teması "Doksana Bir Kala" başlıklı bir yaş günü partisiydi. Ayrıca kuruluş hazırlıkları tamamlanan "Fikret Otyam Eğitim ve Sanat Vakfı'nın" kuruluşu ilan edilecekti.
Yine Fikret Otyam dostlarına, usta yazarın adını taşıyan bir 'Kültür Merkezi'nin yapılacağı müjdelenecekti. Kültür merkezini Denizli'deki müthiş Aphrodisias Müzesi'ne imzasını atan mimar Cengiz Bektaş hazırlayacaktı.
* * *
Gazetecisinden şairine, tiyatrocusundan müzisyenine, ev kadınından televizyoncusuna kadar her çevreden insanın buluştuğu gecenin dört de siyasetçi konuğu vardı.
Altı Kazık Partisi'nin şimdiki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eski Genel Başkanı Deniz Baykal, partinin kılık değiştirdiği zamanki Genel Başkanı Murat Karayalçın ile Güvercin Partisi'nin eski Genel Başkanı Zeki Sözer.
İlk üç siyasetçi son zamanlarda sık sık birlikte görülüp, siyasi tabanlarına "İyi düşünün" mesajı veriyorlar veya "Son kararınız mı?" diye soruyorlar.
KÜÇÜK BİR GERİLİM
Bir yere birden fazla siyasetçi davet edilirse orada kaos çıkar. Çağrılan siyasetçi sayısı kadar "ego" çatışır. Hava gerilir, elektriklenir.
Deniz Baykal artık Antalya'da yaşayan Fikret Otyam'ın hemşerisi olarak davete icap etmiş. Belli ki kim çağırdıysa "Kılıçdaroğlu da geliyor" dememiş. Bilse gelir miydi? O gece masada gözlenen huzursuzluğuna bakılırsa sanmam.
Davet saat sekizde başlayacaktı.
Deniz Bey, sohbetine doyamadığı için yanından hiç ayırmadığı Yılmaz Ateş'i alıp öyle gelmiş. Yılmaz ile Ankara'dan teee Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin kuruluş yıllarından arkadaşız. Derneğin üç-dört dönem genel başkanlığını yapmıştı.
Son yıllarda saçını boyama merakına düşmüştü.
Nereden tedarik ediyorsa artık o saç boyasını, Yılmaz Ateş'in vesikalık portresini "kömürlük penceresine" çeviriyordu. Hasarı da Deniz Baykal'a oluyordu.
Eski lider, Yılmaz Ateş ile yan yana geldiklerinde, Ampul Partisi'nden kömür yardımı almış da eve götürüyormuş gibi görünüyordu. Yılmaz artık saçını kendi haline bırakmış. Böyle daha yakışıklı olmuş.
* * *
Kemal Kılıçdaroğlu gecikti. Uçak biletini geç saate almış, sekizde gelemeyecek. Gecenin moderatörü (eski tabirle çığırtkanı) Nebil Özgentürk masa masa dolaşarak millete biraz daha sabretmelerini rica ediyordu. Deniz Bey gecenin başlaması için Kemal Bey'in beklendiğini öğrenince trip yaptı. "Eski SSK müdürünü bekleyecek halim yok" demedi ama oturduğu yerden huzursuzlandı.
"Kemal Bey on beş dakika sonra burada" haberi gelince de "Biz uçağı kaçırmayalım" dedi ve Otyam'la vedalaşıp gitti.
İKİ KUYRUKLUYILDIZ
Fikret Otyam'ın benim için önemi şudur: Adına matbuat deyin, basın deyin, medya deyin, ne derseniz deyin...
Gazetecilik eylemini edebiyat ile ilişkilendiren iki kişi vardır. Biri Yaşar Kemal'dir, diğeri de Fikret Otyam.
Yaptıkları gazete röportajları birer harikadır. Anadolu gerçeğini milletin gözüne bu ikisi sokmuştur. Diğer bütün Anadolu edebiyatı ve sanatı bu ikilinin röportajları üzerine yükselmiştir.
Nebil Özgentürk beni konuşmak için milletin karşısına diktiğinde bunları söyledim; inanarak, yürekten söyledim.
O gece, söyleyecek lafı olan hemen herkes, Kılıçdaroğlu dahil, konuştu. En duygusal olanları Fikret Otyam'ın kızlarıydı. Eşi Filiz Hanım'dı. Sonra torunları söz aldı. Müzisyen olan delikanlı yeğeni ağlamaktan konuşamadı.
* * *
Son sözü Fikret Otyam aldı. Röportajlarıyla, resmiyle, fotoğraflarıyla bizi Anadolu'da dolaştıran sanatçı konuşurken, hiç bitmesin istedik.
Doksan yaşına dayanıp da "delikanlı bir zekâ" ile dolaşmak marifet ister.
Biz insanlarımızın kıymetini yaşarken bilen, haklarını yaşarken veren bir toplum değiliz. Ancak Fikret Otyam için düzenlenen gece bu kalıbı kıran bir geceydi. Tadına doyamadık. Çok yaşa sen Fikret Usta! 22.12.2014
Kaynak: http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/selahattin-duman_522/doksan-yasa-bir-kala-otyam-diye-bir-usta_27820379
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Maltepe Belediyesi tarafından yazar ve ressam Fikret Otyam’ın 89. yaşını kutlamak amacıyla düzenlenen Doksana Bir Kala programına katıldı. Kılıçdaroğlu, Bir toplumun yaşam kalitesini belirleyen temel ögenin sanattır. Sanatına önem vermeyen hiçbir toplumun tarihte varlık gösterdiği bilinmiyor dedi.
90'a 1 kala kutladılar
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın ev sahipliğinde Cevahir İstanbul Asia Hotel’de gerçekleştirilen doğum günü kutlamasına, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, CHP İstanbul İl Başkanı Murat Karayalçın, Fikret Otyam’ın ailesi ve çok sayıda davetli katıldı.
Etkinlikte bir konuşma yapan Kılıçdaroğlu, bir toplumun yaşam kalitesini belirleyen temel ögenin sanat olduğunu belirterek, Sanatına önem vermeyen hiçbir toplumun tarihte varlık gösterdiği bilinmiyor. Sanat aslında düşüncenin yoğunlaşması demektir. Bazen bu bir resimdir, bazen bir filmdir, bazen bir karikatür, bazen bir roman, bazen bir öyküdür dedi.
Fikret Otyam’ı yıllar önce Cumhuriyet gazetesindeki röportajlarıyla tanıdığını dile getiren Kılıçdaroğlu, insanların Otyam’ın fotoğraflarıyla Güneydoğu’yu, bölgeyi, bölgenin dramını ve kültürünü tanıdığını söyledi.
Kılıçdaroğlu, sanatın gücünü vurgulamak için şu öyküyü anlattı:
"Alexandre Dumas romanını yazıyor, Paris’te bir gazetede günlük tefrika halinde yayımlanıyor. Parisliler sabahın erken saatlerinde gazete büfelerinin önünde bekliyorlar, romanın devamını okumak için. Yaz ayları geliyor, Alexandre Dumas gazetenin patronuna ’Ben tatile gideceğim, dönüşte romanı yazarım’ diyor. Patronu, ’Olur mu bütün Parisliler seni bekliyor, mümkün değil. Bitireceksin, ondan sonra’ diyor. Dumas, ’Bitirmeyeceğim’ diyor. Patronu, Dumas’yı mahkemeye veriyor. Dava görüşülürken, yargıç ’Sen Parislileri bekletemezsin, romanını bitirmek zorundasın’ diyor. Dumas, bir kağıt kalem getirilmesini istiyor, romanın aktörünün ismini yazıyor, ’Ayakları titredi, yere düştü ve öldü’, altına son yazıyor ve ’Götürün yayımlayın, roman bitmiştir’ diyor. Patronu, ’Ne yapıyorsun’ deyince, Dumas, ’Ben sana tatile gideceğimi söyledim’ diyor, iznini alıyor ve tatile gidiyor."
’SANAT BİR TOPLUM İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR’
Kılıçdaroğlu, sanatın bir toplumun yaşam kalitesini belirlediğini vurgulayarak, O nedenle sanat bir toplum için çok önemlidir. Sanatı olmayan bir toplumu düşünmek zaten mümkün değildir. Düşünceyi yoğunlaştırıyorsanız, bir şiirde bazen her şeyi yoğunlaştırabilirsiniz şeklinde konuştu.
Fikret Otyam’ın sanata katkı yapan önemli kilometre taşlarından biri olduğunun altını çizen Kılıçdaroğlu, Bir dönem politik yazılarıyla, bir dönem sanatıyla, bir dönem resimleriyle sanat dünyamıza, röportaj dünyamıza, gazete dünyamıza damga vuran ender insanlardan biridir. 89’uncu yılı dolayısıyla kendisiyle aynı masada olmaktan, onunla aynı havayı teneffüs etmekten onur ve gurur duyduğumu belirtmek isterim diye konuştu.
Fikret Otyam adına bir müze açılmasının önemine işaret eden Kılıçdaroğlu, böylece Fikret Otyam adının kalıcılığını sürdüreceğini belirtti.
Sanatçı Fikret Otyam da, Bunun adı vefadır. Eğer birey vefa yoksa, toplumda vefa yoksa, bırakın gitsin kaya dibine. Ben, vefayla yaşadım, beni yaşatan insanların vefası, sevgisi olmuştur. Burada toplandık, güzel bir rüya görüyorum gibi oldu. Sağolun, hoşgeldiniz, ayaklarınıza bin sağlık diye konuştu.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Ali Kılıç tarafından Fikret Otyam’a Fikret Otyam Sanat ve Eğitim Vakfının Vakıf Senedi sunulurken, Otyam doğum günü pastasının üzerindeki mumları üfleyerek, pastayı kesti.
Etkinlikte, gazeteci Nebil Özgentürk’ün Fikret Otyam için hazırladığı belgesel de gösterildi.
Mehmet AKTARAN / İstanbul, (DHA) 20 Aralık 2014
Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/keyif/27809947.asp