Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

SAYIN ÖMER DİKEN ONLARA ‘KIÇ’ DENMEZ

27.04.2012

Canım ciğerim/ dostum/ arkadaşım Türk yazının büyük ustası Orhan Kemal gün gün hastalanıyor/ ardı ardına ameliyatlar geçiriyor, zamanla bir yenisi çıkıyordu, parasızlığı da cabası!. Oysa sadece Sovyetler de çevrilen romanları, öyküleri onu abat ederdi. Sovyetler Basın Ataşesi tanışımdan bunların listesini sağlamasını rica ettim, bir zaman sonra pek uzun bir liste geldi ne ki onların yasası, parayı gelip almasını zorunlu kılıyordu.

Duydum ki Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı baskı üzerine baskı yapmış ve ailesine çeviri karşılığı geliyormuş, bayram ettim. Moskova Büyükelçimiz Sn. Fahri Korutürk’e bir mektup yazıp durumu anlattım ve o uzun çok uzun listenin bir kopyasını gönderdim. Zaman geçti, duydum ki alın terinin karşılığı olarak bir miktar para gelmiş, Orhan çok rahatladığını yazdı.

Giderek rahatsızlanıyordu, 25.7.1967 tarihli mektubu “Çok fenayım Fikret” diye başlıyordu, enfarktüs geçirmiş hastaneye kaldırılmış.

“BENDE YENİ BİR HASTALIK TÜBERKÜLOZ VARMIŞ

Fikret, İstanbul 28.2.1968”

Anlaşıldı artık Moskova yolu şart olmuştu ne ki yıllar yılı pasaport istemi geri çevriliyordu! TBMM’de her gün karşılaştığım İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan’a gittim durumu anlattım, zorla gülerek “Bütün komünistler pasaport için sana geliyor Otyam” deyince anında yanıtladıydım “Faruk bey bilmiyor musunuz ben Politbürodan bu iş için görevliyim” der demez kahkahaları patlatdık... “İlallah”ın ardından “şimdi İstanbul’a emir veriyorum” dedi, yanımda da verdi...

VER ELİNİ İSTANBUL...

Uçağa atladığım gibi İstanbul... Tarihi Emniyet Müdürlüğü’ndeyiz. O “ulan vermezler boşa bekliyoruz” derken izzet ikram pasaportlu çıktık. Meserret Kahvemize gidiyoruz. Hazrette surat bir karış, dayanamadım “lan ollum babanı mı öldürdük bu ne surat be, pasaportsa pasaport nihayet onu aldık” der demez “İyi b.. yedin, ben şimdi bana pasaport vermiyorlar diye nasıl öğüneceğim?” Kahveye kadar gülmekten geberdik.

ORHAN, SOVYET YAZARLAR BİRLİĞİ ÇAĞRILISI...

Bir moda bağırış çığırış, “Komünistler Moskova’ya!” İlyuşin-18’e binerken içimden “bağırmayın lan” diyorum, “işte gidiyoruz” ve Moskova’dayım, dostum Türkolog yazar Radi Fiş’i arıyorum kodunsa bul! Yazarlar Birliği bir akşam yemeği veriyor çağrılı yerin tuvaletinde ellerimi yıkayacağım, gözlerime inanamadım, Radi de ellerini yıkıyor, sarmaş dolaş “Yahu Radi Orhan fena hasta” deyince “Yo” dedi “ben iyi gördüm”. Anlaşıldı Orhan ve “Nuriye yengemiz” en nihayet trenle gelmişler ünlü Çayna Otel’delermiş.

Yemektekilere durumu anlatıp özür diledim kadehler Orhan’ın onuruna sağlığına kalktı hafif limonlu votkayı kafama diktim!

“LAN OLLUM ACELE GEL”

Radi telefonla konuştu ve bana uzattı... “Orhan beyefendi ünlü Türk romancısı sen misin”... Gırgır konuşmalar sonunda anladı “lan ollum acele gel” Radi, arabasıyla hayli uzak ünlü otele getirdi... Yol yorgunluğu ikisini de sarsmış. İskemlede hâlâ biraz yan oturuyor, kulağına eğilip gülerek :

“Orhan ağa “ dedim “Ne o, koltukta çivi mi var yanlamışın yine?..”

“Başlatma şimdi, biliyorsun uzv- u nazik meselesi. Yaralar daha kapanmadı Fikret... Kanama devam ediyor... Yoo... Gerçi çok iyiyim, çok iyiyim ama belki trende yoruldum biraz.”

Telefon çaldı mihmandarı Vera açtı “Fikret bey, telefon size.” Konuşup geldikten sonra

Orhan takılıyor:

“Ulan şuraya geleli kaç dakika kim arar seni, niye arar? Ulan burası Ankara mı?”

Zekeriya Sertel aratıyormuş kızı Yıldız’a... Aynı otelde kalıyorlarmış... Babası muhakkak konuşmak istiyormuş. Vakit yoktu Bakü’ye da uçacaktım, ben de gelirim demiş orada buluşuruz ve Bakü’de evinde dört saat konuştuk ülkemizin büyük gazetecisiyle bu konuşmalarda Türkkaya Ataöv dostum da vardı.

Güzel günler geçirdik Orhan, Nuriye yenge, Radi Fiş ve güzel Vera’yla... Ne ki onlar ölüm atına binip gittiler! Türkolog ve uzun yol ikinci kaptanı Radi vasiyet etmiş:

“Öldüğümde, beni yakın küllerimi Boğaz’ın üzerine atın”... Toprağa konulduktan sonra haber aldık! Kendi gitti, Nazım ustadan başlayan Bedreddin’e uzanan kitapları, bir de Gazipaşa’da konuğumuzken, yarenliklerimiz ve eşim Filiz’in çektiği fotoğrafları kaldı yadigar!.

ORHAN BURAYI BEĞENMEMİŞ, KALAMAZ MIYMIŞ, NEDEN Mİ?

Rosia otelden Kremlin Alanı’na bakıyoruz, gülüşüyoruz, “lan ollum” diyor “Ne biçim memleket taksiler çarpışmıyor!.. Kahvehane yok!.. Nargile yok!. Küfür yok!.. Hammallar çarpışınca çüş ulan demek yok! Meserret kahvemiz yok!.. Rakılaştığımız Adana kebapçısı da yok!”

Katılıyoruz gülmekten.

Orhan hastanede... Bu can da Ankara’da.

İstanbul’dan haberler, bizim ki hastaneden sıkılmış, aslında azıcık iyileşince sanırım “tüymüş” biraz para “tahsil”ettirince, Orhan bu!

AMA HASTALIKLARI SÜRÜYOR

O GÜZELİM KALBİ DE TEKLİYOR!

Karar verildi önce sanatçıların çağrılısı olduğumuz Bulgaristan’a... Oradan trenle Romanya’ya ve daha sonra çabucak o hastaneye...

Başyazar ve gazete sahiplerinden sevgili “Nadir Nadi bey” her zamanki gibi “üstat” dedi

“Erzurum Üniversitesi’nde bir genç yaşasın bağımsızlık demiş kendisini yakmış, acaba Erzurum’a gider misin?”

Gitmez olur muydum, ilk kez bir istemde bulunuyordu yıllardır!.. Ve konu önemliydi...

ORHAN’DAN “ACELE”

BİR “TEL!”

O, Galatasaray Postanesine gider, şimdileri var mı bilemem bir telgraf kağıdı alır kalemi mürekkebe batırır yazar bütün “tellerini”, öyle bir “tel”:

“Tel-Acele

Fikret Otyam

Cumhuriyet Gazetesi Ankara

Uzun mektubumu aldın mı? Stop. Cevap yazman için vakit çok geç Stop 5.5.970 Salı sabahı Yeşilköy’den ve Nuriye ile birlikte uçuyoruz. Stop Tabii Hava Alanından ters yüz geri çevrilmezsek Stop. Pek sanmıyorum Stop. Sizi Sofya’da bekleriz Stop. Bizim evden sizin eve topyekûn selâm, sevgi gene selâm gene sevgi. Orhan Kemal”

Bu telgraf kâğıdını özenle saklarım. Orhan onu zarfa koyar on kuruşluk pul ile postaya verirdi de...

“FİKRET BE, İNSAN CART DİYE AYAKTA ÖLMELİ!”

Der dururdu! Erzurum yazılarımı geç saatlere kadar yazıyorum biran önce Sofya’da olmalıyım ve gecenin bir saatinde telefon çaldı, oğul Kemal’i, “Fikret amca her halde babama bişeyler olmuş”.

PASAPORTUMUN UZATMASINI YAPMIYORLAR!

Bakan Ankara dışında, ona başvur buna başvur, hayır! En son Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç’a anlattım durumu bir saat sonra pasaport cebimdeydi... Sofya... Memleket Hastanesi... Dr. Svetoslav İvanov teybim açık, dinliyorum. Tuvalete kalkmış ve o güzelim yüreği, otopside anlaşılmış çürümüş o yürek 2 Haziran 1970 saat yirmi bir on beşte duruvermişti nihayet! Hastanenin 2. İç Hastalıkları Şefi Dr. Totü Gılıbov eline aldığı kalbi anlattı ve “Sizin çok yakın dostu olduğunu biliyoruz, sadece size göstereceğiz”dedi, morgta, iki aylık tahnit edilmiş Orhan dostumu görüp te n’apacaktım? “Ey Orhan ağa daktiloda yeni ne var” desem yanıt veremezdi ki... Sonra oturup beş yüz sayfalık bir kitap yazdım 1975 yılında çıktı ilk basımı.

KIÇMIÇ DERKEN

ACI BİR HABER DAHA!

Anlaşıldı, onurlu tarihi Ordumuzun iyice kökünü kazımak için TSK arazilerine de el koydurmuş Recep Tayyip sultanımız! Veren de o arazilerdeki okullardan yetişen Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Özel! A Paşam a Paşam Hazine’ye (!) devrine olsa da nasıl kıyıp imza attın, hiç mi yüreğin/ vicdanın sızlamadı, tarihe bu damgayla geçeceğini bile düşünmedin mi?

O tarihi okulları ve geniş arazileri Hazine ne yapacak düşünmedin mi a paşam?

DALGA DALGALAR MEĞER KARADA DA OLURMUŞ Kİ...

Yaşlı genç/ emekli muvazzaf her rütbeden her sınıftan subay, astsubay, Erdoğan’ın yiğit polisleriyle basılıyor bir bir canlı, torbalar eşliğinde!

Ve mahpus damında... Ve mahpus damları artık asker de almaz oldu! Bir asker oğlu olarak buna mı yanayım yoksa anlaşan Özel paşama mı?

26 Nisan 2012, Antalya

Kaynak : Aydınlık Gazetesi