Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

‘İNSAFINIZ KURUSUN’

30.12.2011

Antalya’nın Manavgat’ındayız iki günlüğüne, burası da cennet sınıfındandır.

Sabahın erinde uyandım, bilgisayarda “göktengelen”den gazetelere bakmaya başladım ve yumruk gibi bir başlık indi gözüme sekiz sütun:

‘İNSAFINIZ KURUSUN’

Küçük üst başlığı da şöyle:

“Dört parti Meclis’te kendi çıkarları için anlaştı”

Sözcü Gazetesi’ndeydi bu.

Hürriyet’e baktım, onda da sekiz sütunluk başlık, altında da TBMM’den bir fotoğraf kırmızı koltuklu...

‘İLAÇLA UYUTTULAR’

“Kamuoyunun dikkati, Fransa Meclisi’nde Türkiye aleyhine alınan Ermeni soykırımı ile ilgili karardayken, Meclis’te önceki gece emekli milletvekillerinin maaşlarına yüzde 100’den fazla zam yapıldı.

Dört partinin üzerinde anlaştığı bu zam, üstelik milyonlarca dar gelirli vatandaşı ilgilendiren ‘ilaçta 3 kutuya kadar 3, ilave her kutu için 1 TL katkı payı getiren yasa’ görüşülürken yasalaştı.”

Sizler tüm ayrıntılarını yazılı ve görsel basından öğrendiniz eski ve yeni milletvekillerimizin maaş rakamlarını, afiyet olsun...

ULAN DEDİM KENDİ KENDİME, BU HEP BÖYLE Mİ DEVAM EDECEK EY MİLLET!

Sanırım 1700 yıl önce, unuttum, milattan önceydi, Türkiye’nin parlamentosundayım gazeteci ve Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı olarak, ömrüm orada geçer idi. Süresi bitmiş bir senatörün maaş durumu ile ilgili istemi tartışılıyor!

Süresi bitmiş senatörün bu istemi yerinde görüldü, bir hayli zam da yapılarak tatlıya bağlandıydı!

“Kabul edenler?”

“Kabul etmeyenler?”

“Kabul edilmiştir.”

“Derken candan datlı, canımdan gıymatlı” okuyanlarım, bir senatör can söz istedi ve dahi bu zamdan kendilerinin de yararlanmaları gerektiğini; iç tüzüğün şu maddesinin şu...

Tartışmalar iç tüzüğün o maddesi üzerinde sürdü gitti!

Başkan bir lehte, bir aleyhte söz verdi...

“Kabul edenler?”

“Kabul etmeyenler?”

“Kabul edilmiştir efendim.”

BÖYLELİKLE O ZAMDAN, SIRALARDA OTURAN SENATÖRLER DE YARARLANDI, MAAŞLARA HAYLİ ZAM YAPILMIŞ OLDU VESSELAM!

Biz gazeteci milleti döşendik biri birinden sert yazılar yazmaya, bizim Cumhuriyet Gazetesi’nde aynı konuda dört yazı var idi fukara halkın durumu böyleyken senatör beyefendiler falan...

Tüm gazeteler “çaldı bir hücum marşı”.

Adalet Bakanı şehla bakışlı sevimli bir dini bütün idi dini bütün partiden... Koridorda karşılaştığımda hep selam verirdim hep de almazdı; sonunda çözdüm, bana bakar sanırdım, oysa başka yere bakar imiş... İlk kez yakın plandan göz göze geldik, çok üzgün görünüyordu, sıkılarak açıkladı ki onca yazı içinde en ağır yazı bu canın yazısı bulunmuş ve buna binaen...

‘MİLLET MECLİSİ’NİN MANEVİ ŞAHSİYETİNİ TAHKİR VE TEZYİF!’

“Bir yıldan üç yıla kadar...”

İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin sıkı bir müdavimi oluverdim, şey, olduruluverdim; Ankara-İstanbul arası kimi karadan, kimi havadan!

EN SONUNDA MI?..

Oy çokluğuyla bi güzel “beraat” ettim, ettim değil ettirildim hayret ki bin hayret, bu 2011 yılında da benzer kararlar alındı! “Kabul edenler, kabul etmeyenler? Kabul edilmiştir!”

Mebusa, şey milletvekiline zammın daniskası!

Onların dışındakilere mi?

İşçiler yurdun dört bir yanında hak arayışında... Yurdun dört bir yanında dalgalar halinde yürümede... Doktorlar aciller dışında hasta bakmadı bir gün, bir yanlışı düzelttirtme savaşımında, dalgalar halinde! Atama bekleyen öğretmenler dalgalar halinde yürümede... Daha açıkçası “mebus beyefendiler” dışında halk yaşam savaşında, ardı ardına yapılan ve yapılacağı sıralanan zamlar hayattan bezdirici!

Tek soru: “Bunun sonu nere varacak?”

Uzatmıyorum, ülke yürüyor...

Kimse askerden medet ummasın! Emekli Genelkurmay Başkanı Sn. Koşaner ve Kuvvet Komutanları, mahpus damındaki general silah arkadaşlarını ziyaret ettiydi, bunda ne var? Ötekiler cezaevinde, bunlar da dört kişi! Ama dava açılacakmış Ergenekon’a bulaşmak falan filan, iyi mi?

İÇİŞLERİ BAKANI, NİHAYET ‘BEN’ TERÖRİSTİ DE SUÇÜSTÜ YAKALADI, KUTLAYIN EY MİLLET!

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Terörü besleyen arka bahçe var” demesiyle yakalanmam bir oldu! Nasıl yakalanmayayım, bakın şu tarihe geçecek sözlerine:

‘TERÖRÜ BESLEYEN ARKA BAHÇE VAR. RESİM YAPARAK TUVALE YANSITIYOR!’

İşte “arka bahçe” dediği birazcık değil hallice dağınık atölyemde tuvale yansıttığım şeylerle terörü fena halde besliyordum! Ve bakan beyce fena halde yakalandım!

86 yıldır kendimi bilirim “kaderim hep keldir” ondan! Evet nihayet Şahin fena halde yakaladı, neyse ki yalnız değilim, bakan bey devam ediyor:

“...Şiir yazarak şiire yansıtıyor.”

TV anlatıcılarının deyimiyle “mesela örneğin” rahmetli Nâzım Hikmet yattığı yerden!.. Pir Sultan Abdal... Nesimi... Behramoğlu Ataol... Can Yücel... Ve dahi Ahmed Arif... Hele hele elebaşı Haydar Hüseyin ki terörü tabletlere dönüştürüp yapanlardan!

Bakan bey devam ediyor ki, iki sözcüğü dikkat çekiyor, örneğin “demoralize”, “think tank”!

Tank dediğine bakılırsa başımıza bu da gelecekmiş, tanktan korunmak zordur ey canlar neyleyeyim, buzamanda sanatçı olmak “zor zanaat” vesselam!

ASKER, TBMM’YE DE VEDA ETTİ!.. ŞEY ETTİRİLDİ!

Adı Muhafız Alayı idi.

TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından görev süresi biten TBMM Tören ve Muhafız Tabur Komutanlığı böylelikle yok edildi yani!
Yani ne mi oldu, yani rakamla 91, yazıyla doksan bir yıllık, yani TBMM’nin kuruluşundan bugüne kadar görev yapan askerler artık burada da yok AKP modasına göre! Yerine kimler mi geldi? Polisler... Polisler artık Dolmabahçe Sarayı’nda da!

ÇOK CAHİL, ÇOK SAYGISIZ İKİ PROGRAM!

Bir aralık kanalları tarıyorum bulucu sol elimde sırt üstü yattığım yerden! Dört saat asla oynatmayacağım sağ kolumun damarında iki iğne var, birisi bedendeki kanı alıp makineye veriyor, ötekisi de temizlenen kanı bedene geri veriyor kısaca!

Birden sıçrar gibi oldum! Canım... Ciğerim... Altın yürekli... Ustaların ustası ressam... Şairlerin hası... Atölyede “hocam”, dışarıda dostum... Arkadaşım... Kadehlim. Türkülüm. Biz öğrencilerinin, ağlayarak kendi ellerimizle toprağa verdiğimiz Bedri Rahmi Eyüboğlu’ydu adı geçen... Fazla ayrıntısına girmeyeceğim, süründükleri boyalarıyla tanıyanların asla tanımayacağı üç dört fıttırık hatun, ne gereği var anlayamadım kahkahalara boğulurken, biri de hocamızın ünlü bir şiirini okuyor, her satırına kendince anlamlar vererek “Çatal karam çingenem”! Hatunların birisi anlaşılan fena halde bilgiç ki, okunan şiire boş verip anlatıyor:

Hoca bu şiiri yazınca, karısı (ünlü ressam Eren Eyüboğlu, sevgili Eren ablamız) çocuğunu aldığı gibi... Çocuğu da sevimli Mehmet; neredeyse ellerimizde büyüyen ve sonunda karnını sanatıyla doyuran bir sanatçı, zanaatçı, şimdileri anasının babasının yanında...

Evet, karısı çocuğunu aldığı gibi Almanya’ya gidivermiş! Şu saygısızca cahilliğe bakın! Hoca eşiyle Paris’te tanışıp evlenmiş, yıllarca orada kalmışlar... Neden Almanya’ya gitsin ki? “Almanya’da bir trikotaj fabrikasında çalışıyor” demesinden de ödüm patladı... Gitse gitse doğduğu Romanya’ya giderdi! Bari “Almanya üzerinden Romanya’ya gitti” deseydi ya!

Cahilliklerini, insanlara saygısızlıklarını göstermek için illa televizyona çıkmaları zorunlu mu?

BU ONLARDAN GERİ KALMADI!

Sağlıkla ilgili bir program, TV’de eski bir hatunun... Söyleşisi tam bu canlık... Neden mi? Neden olacak iflas eden diz kapaklarımdan!

Dağlara dağlara, kimi dağlı karlara çıkar mısın, oradaki aşiret hangi koşullarda yaşıyor diye, eğilip kalkıp yüzlerce fotoğraf çeker misin?

Bakın, 83 yaşlarımda başlayan ve giderek acı veren, yürümekten eden bu illeti başka şey için çekiyorum zaar!

1943 yıllarında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademi’sinde resim öğrenirken bir dersimiz var idi “Artistik Anatomi”... Hocamız mı? Tüm doktorların hocası kabri ışıklı ola Ord. Prof. Dr. Nurettin Ali Berkol. Sanki asistanı idim! Ağabeylerden kalma bir çuvalda insan kemikleri vardı. Bizler bu kemiklerin içini de öğrenirdik, iyi mi? En çok, şu anda bana en çok acılar veren femur kemiğini severdim, neden mi? Neden olacak ya hu, çuvaldaki onca kemiğin içinde ha diye bulunan oydu da ondan! Ne mi ilgisi var? Sevgili hocam, sınavda çuvaldan kemikleri bana çektirirdi. Femurü kendime alıkoyardım ve alınca elime tahta önüne dikilir tüm sülalesini anlatır, bir yandan da renkli tebeşirle çizerdim ve “Aferin”, üç yıl femur benim idi.

Evet, ekranda bir bay elinde diz kapağını gösteren maket, yazı geçiyor ki Prof. Dr., can gözüyle bakıp, can gözüyle dinliyorum saygın anlatıcıyı... Anlatma bitti, program yapıcısı hatun, ayağa kalkıp hocanın elini sıktı! Dakikalardır elinde maket anlatan Prof. Dr. maketiyle sola yöneldi hatun kişi de sağa, orada bi teyze börek yapıyormuş börek muhabbeti başladı!

Sayın hanımefendi, sizin kitabınızda konukları kapıya kadar uğurlamak saygısı yok mu?

Antalya, 26-29 Aralık 2011

Kaynak : Aydınlık