Fikret Otyam'ın Köşe Yazıları

Haftanın Sohbeti; Otyam Bin Talip

11.02.2001

Fikret Otyam'ı gördüğümde şaşırdım. Bir parmağı sarılı, sol gözü hafif yumuk, kirpikleri yoktu...

Onunla, kışları yaşadığı Antalya'yı, yazları mekan tuttuğu Gazipaşa'yı konuşacaktık güya...

‘‘Hayrola baba’’ dedim, başladı anlatmaya... Yıllarca, vizörden bakan, fotoğraf çektiği sol gözünde katarakt varmış, ameliyatla onu aldırmış. Dolayısıyla sol gözün kiprikleri de ameliyat kurbanı olmuş. Sağ el parmağının ameliyatla ilgisi yok. O da, acemi bir marangoz ustasının eseri...

Neyse, başladık sohbete... Deyim yerindeyse havadan, sudan bir sohbet oldu bizim ki... Çünkü, Antalya'nın kirli havasından girdik söze, Gazipaşa'nın zehirli suyundan çıktık... Bir de ameliyatını konuştuk bol bol... Doktorların, üzerine yeşil ameliyat giysilerini kat kat örttükten sonra, kendisini, ‘‘Lahana’’ya benzetmesine ise kahkahalarla güldük.

İşte, size bir röportaj ustası ile yapılan röportaj...

Beğenmezse yandık...

Fikret Otyam, havasına, suyunu kirletenlere kızıyor ama Antalya'da

yaşamaktan yine de çok mutlu... ‘‘Antalya'da yaşamasaydım çoktan

ölmüştüm’’ sözü, bu sohbetin en büyük itirafı...

Gazipaşa'da bir cadde ve sokağa adının verilmesinin hoşuna gideceğini

söylüyor Otyam... Fakat, bir belediye başkanı çıkıp Fikret Otyam adını,

Abdürrezzak Bin Talip olarak değiştirirse diye düşünmüyor da değil..

Antalyalı Otyam, hayatından memmun mu?.. Değilse neden?

Mesela sizin gazetenizde okuyucu şikayetleri var. Ben onları çok okuyorum. Yollar bozuk, asfalt yok diyorlar. Hemen Muratpaşa cevap veriyor; ‘İlgililere emir verilmiştir. İlk fırsatta ilgilenilecek’ gibi. Sizden rica ediyorum. Bu şikayetlerin kaçta kaçı yerine getirilmiş, bunu tespit edin. Belediye başkanlığı yapmak çok kolay. Şikayet köşesinde yer alan sorunları çözseler herşey güzel olacak. Yeni icat yapmaya lüzum yok. Şimdi, Antalya narenciye merkezi. Herkes diyor ki; ‘Mis gibi kokar’. Herkes zannediyor ki, Antalya'da mis gibi portakal kokuları içinde yaşıyoruz. Oysa, hayır kardeşim. Antalya'da kışları linyit kömürü kokuyor. Ankara, Kütahya, Afyon linyit kokar. Polatlı da öyle... Hiç bunlardan farkı yok Antalya'nın...

Yetkililer, hava temiz diyor

ÖLSEM NE YAZAR

Yahu ölmemiz mi lazım. Şimdi, ben de tuzak kurdum. Dr. Bekir Kumbul benim 24 senelik dostumdur. Onu, Konyaaltı, Muratpaşa belediye başkanlarını çağırıp balkonuma oturtacağım. Rakıyı da koyacağım. Ben salonda oturacağım, onlar balkonda. 45 dakika. Hadi, ben 75 yaşındayım. Ölsem ne yazar. Ama gelecek kuşak çocuklara acıyorum. Ben burada oturduğum yerde kimlerin hangi apartmanın, o adi aşağılık kömürü yaktığını, bu güzel havayı kirlettiğini görüyorum.

Sizin evin önünü kazmışlar

25 gün oldu. Niye yapmıyorlar bilmiyorum. Kime söyleyeceğimi de bilmiyorum. Eskiden, yapımcı müteahhit şu, firma şu falan vardı. Şimdi Bekir Kumbul'a mı soracağız, Muratpaşa Belediye Başkanı'na mı?.. Tamam, güzel, ileriye dönük güzel bir çalışma ama 25 gündür bu yarım bekliyor. Sonra gelmişler arabanı kaldır diyorlar. Bir gün, belediyeden bir hanım bağırıyor; ‘Araba sahipleri arabanızı çekiniz’ diye. Zabıta memuru kadın, hiç lafını bilmiyor. Neden çekmem gerektiğini de söylemiyor. Baktım aşağıda çekiciler var. Amir de orada dolaşıyor. Dedim, ‘Hayrola ne oluyor.’ Palmiyeler budanacakmış. Dedim ki, ‘Al, bu benim anahtarım, işte arabam, lütfen, bu aracı benim arkadaki park yerime koyun.’ ‘Niye ben koyuyorum’ dedi. ‘Sizden rica ediyorum’ dedim. Yahu kardeşim, ben bu arabayı nereye kaldırayım. Ufak birşey değil ki, kolumun altına alıp götüreyim. Bağırdılar, çağırdılar.

Siz neye kızdınız?

‘Lütfen arabalarını alınız’ deseler tamam... ‘Araba sahipleri kaldır’ diyor, yani emrediyor. Bir de gudubet sesli. Şimdi, bu halka karşı bir saygısızlık. Bu kentte yaşayan yeni bir Antalyalıyım. Benim ağırıma gidiyor. Bu kadar uygar olması gereken bir kentte, incir çekirdeğini doldurmayacak işlerle kenti rezil ediyorlar. Şimdi, Havalimanı yolundaki Koçtaş'a gidiyorum. Alacağımı alıyorum. Koçtaş'tan çıkıyorum. Neredeyse Alanya'ya gidip oradan döneceğim. Oraya bir göbek yapsalar. İlk göbeğe 3 kilometre var, 3'de dönüş 6 kilometre. Binlerce insanın zamanı, harcadığı benzini düşünün. Ben bunun acısını bir yurttaş olarak duyuyorum. Ne Karayolları bu duyguyu taşıyor, ne büyük şehir, ne küçük şehir. Yani olacak şey değil. Yazık değil mi?..

Belediye başkanı olsanız ilk ne yaparsınız?

Belediye başkanı olmaya hiç niyetim yok. Ama, ilk emrim, bu açtıkları yerleri kapatmaları olurdu. Gazetelerin eklerindeki şikayetleri yerine getirsinler o kadar. Ondan sonra fantazi yapmasınlar.

Seçmen tabanınız var mı?

Tabandı, tavandı ben anlamam. Ben bir gözlemciyim. İşaret ediyorum. Tamam, fukara halk kömür yakıyor. Ama, Konyaaltı Caddesi'nde yaşayan fukara halk yok. Büyük apartmanları görüyorum kardeşim, Yavuz'un zurnası gibi... Bunu ben görüyorum da bunu görmesi gerekenler nasıl görmüyor?.. Demek ki, görmek istemiyorlar.

Bu olumsuzlukları gözündeki kataraktı aldırdıktan sonra mı görmeye başladınız?

Hayır, ben her zaman olumsuz değilim. Halka zarar veren herşeyi görürüm. Bir çöp tanesi bile olsa görürüm. Güzelliği de görürüm. Şimdi gelelim katarakt meselesine. İlk defa sol gözüme katarakt indi. Sol gözümde görme özürlülüğü başladı. En nihayetinde bu gözü değiştirmeye karar verdim. Niye sağ gözüm değil de, sol gözüm. 1940 yılından beri ben fotoğraf çekerim, kamera kullanırım. 2001 yılına kadar 61 sene geçmiş. 61 sene bu sol gözümü tepe tepe kullandım. Muayene oldum. Sonra, komşuya çay içmeye gidiyormuş gibi gittim ameliyat oldum. Kendimi lahana gibi hissettim.

Niye elma değil de, lahana?

KAT KAT YEŞİL ÖRTÜ

Bir kat yeşil örtüldü, bir kat daha, bir kat daha... Bir görünen yerim gözüm kaldı. Mümkün mertebe kımıldama dediler. Kımıldama deyince insan kımıldar. Mesela, İstiklal Marşı çalınırken gülünür mü?.. Mete Akyol ile ikimiz biraraya gelmeyelim. Cenazede bile birbirimize bakar gülmeye başlarız. Ameliyat masasında bunlar aklıma geliyor. Bir de, o gün Hürriyet'te okudum. Biri gösteri için baltayla traş yapmış. Doktor, ‘Bu katarakt çok kalın’ deyince, baltayla kesmeye kalkmasınlar diye düşünüp başladım gülmeye... Nihayet bitti. Gözüm açıldı. Dünya varmış.

Görüyorum, görüyorum diye ayağa fırladınız mı?

Yok. O Türk filmlerinde olur.

Antalya'da mı, yoksa Gazipaşa'da mı yaşamak daha keyifli?

Her ikisinin de kendine göre keyifleri var. Gazipaşa'da linyit yok. Temiz hava var. Geçen gün sizde bir haber. Efendim, Gazipaşa Belediye Başkanı Bekir Akyol, içmesularının içilmeyecek derecede zehirli olduğunu açıkladı. Tarım bölgesi ya burası, seralardaki ilaçlar yeraltı sularına karışıyor. En zehirli suyu biz Gazipaşa'da içiyormuşuz. Kadere bak.

Herşeye rağmen Antalya'da yaşamak keyifli değil mi?

Yaşama kıvancı veriyor. Ben çoktan ölmüştüm şimdiye kadar, başka bir yerde yaşasaydım. Gazipaşa'yı kastediyorum.

Denizle aranız nasılsınız?

Ben kara çocuğuyum. Denizi, rakı içerken seyretmesini, fotoğrafını çekmesini seviyorum.

Yoksa yüzme mi bilmiyorsunuz?

Yok biliyorum.

Gazipaşa Havalimanı hala açılmadı, açılmayacağı söyleniyor

Bundan daha güzel bir alan olmaz. Bütün alet, edevat herşeyi var. Bir hafta sonra açılacak dendi. Sonra bir karar; ‘Buraya uçak inemez.’ Bu kara mizah dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Peki be adamlar, siz bu kadar meydanı yaptınız, niye bilemediniz uçak inemez diye?.. Dağ varmış... Yaparken görmediniz mi koca dağı?.. Alet edevat geldi, sonra Siirt'e gönderdiler. Ne dümen döndü anlayamadım. Kurcaladım. Turist uçakla Gazipaşa'ya indikten sonra 20 dakika sonra Alanya'da olacak. Bir sürü insana iş imkanı sağlanacak. Ama, çok uçak inecek Gazipaşa'ya... Antalya ne olacak?.. Yap-işlet-devret oldu. Antalya'da ayak bastı parası 15 dolar alıyorlar.

Uçak iner ama dağ bahane öyle mi?

JAPONLAR DENİZE YAPTI

Belki jumbo jet inmez. E be kardeşim, yaparken neden düşünmüyorsunuz? Japonya'da adamlar havalimanını denize yaptı. Sen de getir, madem o kadar turist meraklısısınız, denize doğru uzatırsın bir kilometre daha. Hayır, peki o zaman ufak uçaklar insin. RC 70'ler. O zaman da turist Almanya'dan gelemez ki o uçakla... Böyle birşey oldu gitti. Bunun hesabını soran yok. Nasıl olur ya. Bu kadar Antalya milletvekili var. Nerede bu adamlar, niye bunun hesabını sormazlar. Bu tam kara mizah. Bir gün balıkçının biri bana diyor ki; ‘Ya baba devletin parasına yazık değil mi?’

Havalimanı için mi diyor?

Hayır, yeni yapılan balıkçı barınağı için... Niye ulan dedim balıkçıya, ‘Ya, burası bilmem ne rüzgarı alır, burası olmaz, arka deniz daha iyi’ dedi. Bu adamlar geldiler, rüzgarı ölçtüler, denizi ölçtüler, sen bunlardan iyi mi bileceksin dedim. ‘Görüşürüz’ dedi. Balıkçı haklı çıktı. Geçen sene, fırtına korunağın içindeki 4 balıkçı teknesini batırdı. Devletin itibarını zedeliyorlar.

Adıyaman Tut'ta adınızını meydana verdiler, yıllarca yaşadığınız Gazipaşa'da isminizi taşıyan, cadde, sokak var mı?

Yok.

Neden yok?

Bilmem. ANAP Belediye Başkanı yeni yapılan kültür tiyatro salonu gibi bir yere benim adımı vermeyi önermişti. Sonra ayrıldı o... Öyle kaldı. Adıyaman'ın Tut İlçesi'nde tek meydanda 400 yıllık çınar ağacı var. Tek meydanlarına Fikret Otyam Meydanı adını verdiler. Geçen gün telefon ettim. Tabelam duruyor mu diye... ‘Ya baba, biz yaşadığımız sürece, buranın adını değiştiremezler’ dediler.

Gazipaşa'da isminizin verilmesi sizi sevindirir mi?

Niye sevindirmesin. Sevindirir tabi ki. Gazipaşa'ya yerleşmemden beri radyolarda, televizyonlarda, yurtiçinde dışında Gazipaşa'yı anlatıyorum. Buranın suyunu içen, ekmeğini yiyen bir insan olarak ben görevimi yaptım Gazipaşa'ya karşı. Ama, eskiden beri, yaşarken isim verilmesine karşıyım. Sonra candan olmalı. Diyelim ki adım verildi. Yarın bir adam gelir, ‘Kim lan bu’ der, Abdürrezzak Bin Talip olarak değiştirir. Bu ülkeyi kurtarmış, bu ülkeye namuslu, onurlu bir Cumhuriyet armağan etmiş Atatürk'ün adının değiştiği yerde, Fikret Otyam'ın adını vermişler, vermemişler ben bunu ciddiye almıyorum. Sevinirim o başka...

YENİ GÖZLE İLK YAZI

Bakışım ‘SOL’ dandır

Anadolu insanın deyimidir, ‘‘gözünü sevdiğim..’’, ‘‘gözünün yağını yiyeyim..’’, ‘‘gözüne kurban olam..’’ Ve niceleri. Aşağı yukarı 1940 yılından bu yana fotoğraf çekerim, bakışım ‘‘sol’’dandır, sağımı yumarım.. Zamanla süper 8 mm. film makinesi, daha sonraları video kameraları, ama fotoğraf her zaman.. Dile kolay 58-60 yıl !.

Sonra gece gündüz demeden okumak ve yazmak.. Son yirmi yıldır ortalama sekiz on saat resim (her ikisiyle) ve sol bir yıldır teklemeye başladı, görme yüzde seksen noksanlaştı. Severim gözleri/gözlerimi.. İnce eleyip, sık dokurken bir resim alıcım, Antalya'da Opt. Dr. Ege Altay'ı önerdi ve randevu da almış, gittik. Öylesine güven vericiydi ki, lazerine razı oldum ve ertesi gün hemen iki yüz metre ötemizdeki kliniğe gittik. Tabelayı okudum çok uzaklardan Vizyon.. Sağı kapattım, evet sol'um, ‘‘n'olur beni artık zorlama baba’’ diyordu ve kendimi Opt. Dr. Ege Altay, Opt. Dr. Ali Erhan Ateşçi, hemşireler Fatmagül Tapan ve Pervan Doğan'dan oluşan ekibe bırakıverdim.

Kımıldamadan yattığım yerde geçmişe dönüyorum. Can adlı çocuk Ankara'da teyzesinin yanında okuyor, aile dostumuz diş doktorunun iştahı açık bu yeğenine ara sıra yemekler yapıyorum. Can okuyor/okuyor ve şimdi Antalya SSK Bölge Hastanesi'nin ünlü bir cerrahı.. Bana yeni bir göz takmaya uğraşan Dr. Ege, bizim Can'ın eşi! Baba Kadri Altay, taaa 1964'den yani kurmay yarbayken tanıdığım bir kişi, sonraları general ve daha sonraları Antalya Milletvekili.

Ne mi oldu sonunda? Olan şu, her iş dahil iki saat sonra yeni gözümle, komşudan kahve içip dönermiş gibi yürüyerek geldik evimize ve yeni solumla ilk yazıyı, yani bu yazıyı yazıyorum. Emeği geçenlere binlerce teşekkürler ederek sık sık. Dursun GÜNDOĞDU, 11.02.2001


KAYNAK : Kaynak: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-225327